1- Namahrem Kadınla Şaka Yapmanın Haramlılığı
Ebu Basir (r.a) şöyle diyor:
“Kufe’de idim, kadınlardan birine Kur’ân okumayı öğretiyordum. Bir gün bir yeri okumak hususunda onunla şaka yaptım! Uzun bir zaman geçtikten sonra Medine’de İmam Bakır (a.s)’ın huzuruna vardım. İmam (a.s) beni kınayarak şöyle buyurdu:
“Kim halvet bir yerde günah işlerse, Allah Teala lütfünü ondan esirger, o kadına dediğin söz ne biçim söz idi?”
Ebu Basir diyor ki: “Utancığımdan başımı aşağı dikip tövbe ettim.”
İmam Bakır (a.s) benim bu durumumu görünce;“Tekrarlamaman için dikkatli ol!” buyurdular.[1]
2-İmam Bakır (A.S)’dan Tavsiyeler
Cabir-i Cu’fi şöyle diyor:
Hac amellerini yapıp bitirdikten sonra bir grup (hacılarla) birlikte İmam Bakır (a.s)’ın huzuruna vardık. İmam (a.s)’la vedalaşmak istediğimizde; "Bize tavsiyelerde bulunun" dedik. İmam (a.s) şöyle buyurdular:
“Güçlüler zayıflara yardımda bulunsunlar, zenginler fakirlere şefkatli olsunlar, sizlerden her biriniz dini kardeşine nasihat etsin, kendisi için istediği şeyi onun için de istesin.
Bizim sırlarımızı, ehli olmayan kimselerden saklı tutun, halkı bize musallat etmeyin! Bizim sözlerimize ve bizden taraf sizlere iletilen haberlere teveccüh ediniz; eğer Kur’ân’a muvafık olduğunu görürseniz onu kabul edin; Kur’ân’a aykırı olduğunda ise onu duvara çalın!
Eğer bir söz sizin için şüpheli olursa, onun hakkında karar almayın, gerektiği şekilde size izah etmemiz için onu bize sunun. Eğer sizler dediğim gibi olur ve bu sınırları aşmazsanız, Kâim’imizden (Hz. Mehdi’den) önce sizden herhangi biriniz ölmüş olursa, şehit olarak ölmüştür. Kim bizim Kâim’imizi derk edip onun rikabında (yanında) öldürülürse, iki şehit sevabı olur; eğer onun yanında yer alıp da düşmanlarımızdan birisini öldürürse, yirmi şehidin sevabını kazanmış olur.”[2]
3- Eğer Kâim (A.S)’ı Mülakat Etmeden Ölürsem!
Abdulhamid-i Vasitî şöyle naklediyor:
İmam Muhammed Bakır (a.s)’a arzettim ki:
“Allah’a ant olsun ki, dükkanlarımızı İmam Mehdi (a.s)’ın zuhurunu beklemek için tatil etmişiz. Artık fakirlik ve mecburiyetten dolayı halka el açmamıza (dilenmemize) bir şey kalmamıştır!”
İmam Bakır (a.s) cevaben şöyle buyurdular:
“Ey Abdulhamid! Eğer bir kimse, kendisini Allah’ın yoluna vakfederse, Allah Teala’nın bir rızk yolunu onun yüzüne açmayacağını mı zannediyorsun? Allah’a ant olsun ki, Allah-u Teala rahmet kapısını onun yüzüne açacaktır. Kendisini bizim ihtiyarımıza bırakana, bizi ve bizim emrimizi (velayetimizi) diriltene Allah rahmet etsin.”
Abdulhamid, Eğer Kâim’i (Hz. Mehdi’yi) mülakat etmeden ölürsem, nasıl olurum?diye sordu.
İmam (a.s), “Sizlerden herhangi biriniz (kalpten); “Eğer Kâim-i âl-i Muhammed’i görmüş olursam O’nun yardımına koşacağım” derse, (sevap elde etmek açısından) O’nun yanında kılıç sallayan kimse gibi olur; O’nun yanında şehit olan kimse de iki defa şehit olan kimse gibi olur.”diye buyurdu.[3]
4-Bir Evliliğin Macerası
İbn-i Akkaşe isminde bir şahıs, İmam Bakır (a.s)’ın huzuruna gelerek şöyle arzetti:
“Neden İmam Sadık (a.s)’ın evlenmesine zemin hazırlamıyorsunuz? Oysa onun evlilik zamanı gelmiştir.”
İmam Bakır (a.s), önünde mühürlenmiş bir kese olduğu halde şöyle buyurdu:
“Yakın bir zamanda Berber halkından köle satan bir şahıs gelecek ve Meymun sarayında konaklayacaktır; bu kese altınla Ebu Abdullah (İmam Sadık) için cariye alacağız.”
Bir müddet böyle geçti. Bir gün İmam Bakır (a.s)’ın huzuruna gittiğimizde şöyle buyurdular:
“O köle satan dediğim şahıs gelmiştir; şimdi bu para kesesini alarak gidin ondan bir cariye alın.”
İbn-i Akkaşa şöyle diyor:
Biz köle satanın yanına giderek; “Ceriyelerden birini bize sat” dedik.
Köle satan; “Bütün cariyeleri sattım; sadece iki hasta cariye vardır; onlardan birinin durumu iyiye gidiyor”dedi.
Dedik ki: “Onları getir de görelim.”
Köle satan o iki cariyeyi getirdi. Onları gördükten sonra; “Durumu iyi olan cariyeyi kaça satıyorsun?” dedik.
Köle satan; “Yetmiş dinara satıyorum” dedi.
Biz; “Biraz ucuza sat” dedik.
Köle satan; “Yetmiş dinardan ucuza satmam” dedi.
Biz de cevaben; “Biz onu bu kesedeki paraya alıyoruz” dedik. Kesenin içerisinde ne kadar para olduğunu da bilmiyorduk. Köle satanın yanındaki sakalı beyaz yaşlı bir adam; “Keseyi açın, içerisindeki parayı sayın” dedi.
Köle satan ise: “Hayır, açmayın; eğer 70 dinardan bir dinar az olsa dahi satmayacağım” dedi.
Yaşlı adam; “Keseyi yakına getirin” dedi. Biz de yanına giderek keseyi açıp içerisindeki paraları saydık; paranın tam yetmiş dinar olduğunu gördük. Parayı o adama verdik, cariyeyi alarak İmam Bakır (a.s)’ın yanına getirdik. İmam Sadık (a.s) da o Hazretin yanında durmuştu. Cariye alma olayını İmam Bakır (a.s)’a anlattık. İmam (a.s) da Allah’a şükür etti.
Daha sonra İmam Bakır (a.s) cariyeye;
“İsmin nedir?” diye sordu.
Cariye; “İsmim Hamide’dir” dedi
İmam (a.s); “Dünya ve ahirette hamide (övülmüş ve beğenilmiş) olasın” buyurdular.
Daha sonra İmam Bakır (a.s) ondan bir takım sorular sordu, o da cevap verdi. Sonra İmam (a.s) oğlu İmam Sadık’a dönerek; “Bu cariyeyi al götür” buyurdu.
İşte böylece “Hamide” İmam Sadık (a.s)’ın eşi oldu ve insanların en iyisi İmam Musa Kazım (a.s) ondan dünyaya geldi.[4]
5- Allah’ı Tanımanın En İyi Yolu
Salim’in oğlu Hişam şöyle diyor:
Muhammed b. Numan’ın huzuruna vardım. O sırada bir adam yerinden kalkarak; “Allah’ını nasıl tanıdın?” diye sordu, o da cevaben; “Allah’ın tevfiki, irşadı, tarifi ve hidayetiyle tanıdım” dedi. Onun yanından ayrılıp yolda Hişam b. Hekemi gördüm; ona; “Rabbini nasıl tanıdın?” diye sordum; cevaben şöyle dedi:
“Eğer bir adam bana; ‘Allah’ını nasıl tanıdın?’ diye sorarsa, cevaben şöyle derim: Ben Allah Teala’yı kendi vücudum vasıtasıyla tanıdım; çünkü o bana her şeyden yakındır. Görüyorum ki benim vücudum, çeşitli parçalarla oluşan ve özel bir düzenle yerli yerince yerleştirilmiş bir yapıya sahiptir. Bu parçaların bir araya gelerek oluşumu, tam bir ustalıkla düzenlenmiş çok hassas bir yaratılış üzere gerçekleşmiştir. Bir çok şekiller onda yer almış ve her biri, tam bir uyum içinde eksiksiz, kendi görevini yerine getirmek üzere en uygun olan yerde yerleştirilmiştir.
Yine görüyorum ki benim için göz, kulak, koklama, tatma, dokunma gibi çeşitli duyu organları yaratılmış ve bunların her biri kendi vazifesini yerine getirmekte.
Her akıllı insan, böyle düzenli bir vücudun, bunları yaratan ve düzene sokan biri olmaksızın kendi kendiliğine vücuda gelmesini, aklen imkansızdır. Bu yolla, vücudumun şekil ve düzeninin, çok akıllı bir yaratıcı tarafından yaratılmış olduğunu anlamış oldum (işte o yaratıcı Allah’tır)...” [5]
6-En Büyük Günah
İmam Bakır (a.s), Mescid’ul- Haram’a girdiğinde Kureyş’ten olan bir grup insan da oradaydı. İmam’ı gördüklerinde; “Bu Irak’lıların (şiilerin) lideridir” dediler.
Onlar da; “İçimizden birini, ondan soru sorması için yanına gönderirsek iyi olur” dediler.
Daha sonra onlardan bir genç İmam Bakır (a.s)’ın huzuruna gelerek; “Hangi günah, bütün günahlardan daha büyüktür?” diye sordu
İmam (a.s); “En büyük günah, şarap içmektir.” buyurdular.
Genç geri dönerek İmam (a.s)’dan aldığı cevabı arkadaşlarına iletti. Tekrar o genci İmam (a.s)’ın yanına gönderdiler. Genç aynı soruyu tekrarlayınca İmam (a.s) şöyle buyurdular:
“En büyük günah, şarap içmektir demedim mi? Çünkü şarap, şarap içeni zina, hırsızlık ve adam öldürmeye sürüklüyor; şirk ve küfre sebep oluyor.
Şarap içen, bütün günahlardan daha büyük olan kötü işler yapmaktadır.” [6]
7- İmam Bakır (A.S) Parlayan Bir Nur
Ebu Besîr şöyle diyor:
İmam Muhammed Bakır (a.s)’la birlikte camiye girdik. Halk da sürekli olarak girip çıkıyorlardı. Bu esnada İmam (a.s) bana: “Halktan beni görüp görmediklerini sor” buyurdular.
Ben karşılaştığım herkese: “İmam Bakır (a.s)’ı gördün mü?” diye soruyordum. İmam (a.s)’ın orada durmasına rağmen onlar; “Hayır, görmedim” diyorlardı. Nihayet âmâ olan Ebu Harun içeri girdi.
İmam Bakır (a.s) onu görünce: “Şimdi Ebu Harun’dan beni görüp görmediğini sor?” diye buyurdu.
Ben ona; “İmam Bakır (a.s)’ı gördün mü?” diye sordum
Ebu Harun cevaben: “İmam Bakır (a.s)’ın ayak üstü burada durduğunu görmüyor musun?” dedi.
“Âmâ olduğun halde Nereden anladın?” dedim
Ebu Cafer: “Neden anlamayayım? Oysa o, parlayan bir nurdur” dedi.
Ebu Besir daha sonra şöyle diyor:
İmam Bakır (a.s)’ın Afrikalı birine şöyle buyurduğunu duydum: “Raşid nasıldır?”
Afrikalı: “Onu geride sağ salim bıraktım, sana selamını iletmemi söyledi” dedi.
İmam (a.s): “Allah rahmet etsin” buyurdu.
Afrikalı: “Öldü mü?” diye sordu.
İmam (a.s): “Evet!
Afrikalı: “Allah’a and olsun ki, ne hastalandı ne de bir rahatsızlığı vardı!”
İmam (a.s): “Eceli gelen, ister hasta olsun (ister olmasın) ölür.”
Afrikalı: “Bu söz konusu şahıs, nasıl bir adamdı?”
İmam (a.s): “Bizim dostlardan ve bizi sevenlerden birisiydi.”
Daha sonra buyurdular ki:
“Sizi gören gözümüzün ve sesinizi duyan kulağımızın olmadığını mı zannediyorsunuz? Ne de kötü düşünüyorsunuz! Allah’a and olsun ki, sizin bütün amellerinizden haberdarız. Öyleyse kendinizi iyi ameller yapmaya alıştırın ve hayır ehlinden olun. Şüphesiz ben bunu, evlat ve şiilerime emrediyorum.”[7]
8- Berzahtan Bir Kişi
Ebu Uteybe şöyle diyor:
İmam Bakır (a.s)’ın huzurunda idim. Bu esnada bir genç gelerek şöyle dedi:
Ben Şam ehlindenim; sizi seviyor ve düşmanlarınızdan da teberri ediyorum. Ama babam Beniümeyye’yi severdi. Babam çok zengindi ve benden başka da bir evladı yoktu. Ehl-i Beyt’i sevdiğimden dolayı malının bana ulaşmasını istemiyordu. Bu yüzden bütün parasını bir yerde sakladı ve ölümünden sonra ne kadar aradımsa da bulamadım.
İmam Bakır (a.s) şöyle buyurdular: “Babanı görerek paraların yerini kendisinden sormak istiyor musun?”
Genç adam: “Evet, Allah’a and olsun ki, ben çok muhtaç ve fakirim” dedi.
İmam (a.s) bir mektup yazarak onu mühürleyip şöyle buyurdu: “Bu gece bu mektupla birlikte Bakî’ mezarlığına git, mezarlığın ortalarına ulaştığında: “Ya Dürcan!” diye çağır. Bir adam senin yanına gelecektir. Mektubu ona ver ve de ki: Ben İmam Muhammed Bakır tarafından gelmişim. O senin babanı getirecektir. O zaman istediğin şeyi babandan sorabilirsin.”
O genç mektubu alarak geceleyin Baki mezarlığına doğru gitti.
Ebu Uteybe sözünün devamında şöyle diyor:
Ben o gencin durumunu öğrenmek için sabahın ilk vakitlerinde İmam Bakır (a.s)’ın huzuruna vardım. O gencin İmam (a.s)’ın kapısının önünde durup içeriye girmek için izin beklediğini gördüm. İçeriye girmesine izin verilince ben de onunla birlikte içeriye girdim.
Genç adam İmam (a.s)’ın yanında şöyle dedi:
Allah-u Teala ilmini kimin yanında bırakacağını çok iyi biliyor. Ben dün gece buradan ayrıldığımda, buyurduğunuz şeyleri yaptım. “Dürcan! Dürcan!” diye çağırdım. Bir kişi gelerek: “Burada dur, babanı getireyim” dedi. Derken siyah çehreli birisini getirerek: “Bu senin babandır” dedi.
“Bu benim babam mı?” diye sorduğumda: “Evet, o senin babandır; cehennemin yakıcı alevi, dumanı ve elemli azabı onun simasını değiştirerek bu hale getirmiştir” dedi.
Ona; Sen benim babam mısın? diye sordum. O: “Evet” diye cevap verdi.
Ben: “O zaman neden siman böyle değişmiştir?” dedim.
Cevabımda şöyle dedi: “Ey oğlum! Ben Beniümeyye’yi seviyordum ve onları Peygamber (s.a.a)’in Ehl-i Beyti’nden daha üstün biliyordum. İşte bundan dolayı Allah-u Teala beni böyle bir azaba tabi tuttu. Sen Ehl-i Beyt’i sevip onlara uyduğundan dolayı sana kızıyordum ve malımı sana haram etmiştim. Bu yüzden servetimi senden sakladım. Ama şimdi bu inancımdan dolayı pişmanım.
Ey oğlum! Bahçeme git; zeytin ağacının altını kaz; gömdüğüm yüz bin dirhemi oradan çıkar. O paranın elli bin dirhemini de kendin için harca.”[8]
9-Cahilce Kınama
Ehl- i Sünnet bilginlerinden olan Muhammed bin Münkedir şöyle diyor:
Bir gün havanın çok sıcak olduğu bir zamanında Medine dışına çıkmıştım. İmam Bakır (a.s)’ı güçlü yapısına rağmen yorgunluktan iki kölesine dayanarak tarlada çalıştığını gördüm. Kendi kendime dedim ki:
“Kureyş’in büyük şahsiyetlerinden olan bu yaşlı adam, havanın böylesine sıcak bir vaktinde dünya malı peşindedir!” Ona nasihat etmeğe karar verdim Bunun için yanına gidip selam verdikten sonra şöyle dedim:
“Acaba senin gibi değerli bir şahısın, bu sıcak havada yorgun bedeniyle dünya malı peşinde olması uygun mudur? Eğer bu anda ve böyle bir halde ecelin yetişirse ne yaparsın?”
İmam Bakır (a.s), ellerini kölelerinin omzundan kaldırarak dikilip şöyle buyurdu:
“Allah’a and olsun ki, böyle bir halde ölmüş olursam, Allah’a ibadet ve itaât ettiğim halde ölmüş olurum. Sen ibadetin sadece namaz, zikir ve dua olduğunu mu zannediyorsun? Geçimi helal yolla sağlamanın kendisi de bir çeşit ibadettir. Çünkü ben, çalışmakla kendimi sana ve başkalarına muhtaç olmaktan koruyorum. Evet ölümün ise, günah işlediğim ve Allah’a isyan ettiğim bir zamanda bana gelmesinden korkarım. Allah Teala bize, başkalarına yük olmamayı emretmiştir. Eğer çalışmazsak elimizi sana veya senin gibi şahıslara açmış oluruz.”
Muhammed bin Münkedir, İmam Bakır (a.s)’dan böyle bir cevap alınca şöyle arzetti:
“Allah sana rahmet etsin! Size öğüt vermek isterken siz bana öğüt verdiniz!”[9]
10- İmam Muhammed Bakır (A.S)’dan Bir Mucize
İmam Muhammed Bakır (a.s)’ın özel ashabından olan Ebu Besir şöyle diyor:
İmam Bakır (a.s)’a dedim ki: “Siz Peygamber (s.a.a)’in varisleri misiniz?”
İmam (a.s): “Evet.”
Dedim ki: “Peygamber (s.a.a), bütün peygamberlerin ilimlerinin varisi miydi?
İmam (a.s): “Evet, onların bütün ilimlerinin varisiydi.”
Dedim ki: “Siz de Peygamber (s.a.a)’in ilminin varisi misiniz?”
İmam (a.s): “Evet.”
Dedim ki: “Acaba siz de ölüleri diriltebilir misiniz? Âmalara ve abraş hastalığına yakalananlara şifa verebilir misiniz?”
İmam (a.s): “Evet, Allah’ın izniyle.”
Bu sırada İmam (a.s) bana: “Yakına gel” dedi.
Yanına gittiğimde mübarek elini gözlerime çekti. Elini gözlerime çeker çekmez çölleri, dağları, yeri, göğü iyice gördüm.”
Sonra şöyle buyurdu: “Acaba böyle kalıp da diğer insanlar gibi kıyamet gününde hesap kitaba çekilmeyi mi istiyorsun yoksa ilk önceki gibi âma kalıp da kolay bir şekilde cennete gitmeyi mi istiyorsun?”
Dedim ki: “Önceki halime dönmek istiyorum. Bu sırada İmam (a.s) mübarek elini gözlerime çekti ve tekrar âma oldum.”[10]
11-Cinler İmam Muhammed Bakır (A.S)’ın Huzurunda
Sa’d-i İskaf şöyle diyor:
İmam Muhammed Bakır (a.s)’ın huzuruna vardım. İçeriye girmek için izin istediğimde İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Acele etme! Kardeşlerinizden bir grup kimseler yanımdadır, sözleri vardır.”
Ben kapının dışında durdum. Çok geçmeksizin Hindistanlılara benzer sarıklı bir grup kimse dışarı çıktı. Birbirlerine çok benziyorlardı. Sanki bir anne babadandılar. Özel elbiseler giyinmişlerdi. Bana selam verdiler, ben de selamlarının cevabını verdim.
Daha sonra İmam (a.s)’ın yanına giderek şöyle dedim: Fedan olayım! Huzurunuzdan çıkan bu şahısları tanımadım. Bunlar kimlerdi?
İmam (a.s) şöyle buyurdular: “Cin taifesinden olan sizin dini kardeşlerinizdir.”
Dedim ki: Cinler de mi sizin yanınıza geliyorlar?
İmam (a.s): “Evet, onlar da sizin gibi gelip helal, haram ve dini meseleleriyle ilgili sorular soruyorlar.”[11]
12-Kumrunun Eşinden Şikayeti
Muhammed b. Muslim şöyle diyor:
İmam Bakır (a.s)’ın huzurunda olduğum bir sırada aniden bir çift kumru, İmam (a.s)’ın huzuruna gelerek ötmeye başladılar. İmam (a.s) da onlara bir şeyler buyurdu.
Daha sonra uçarak bir duvarın üzerine kondular. Orada da biraz öttükten sonra uçup gittiler.
Ben, İmam (a.s)’a: “Fedan olayım, kumrular neden öyle ötüyorlardı?” diye sordum.
İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular: “Ey İbn-i Muslim! Allah’ın yaratmış olduğu bütün kuşlar, hayvanlar ve canlı olan bütün yaratıklar bize itaat etmektedirler. Bu erkek kumru, eşi hakkında kötü zanda bulunmuştu. Dişi kumru, o kötü işi yapmadığına dair yemin ediyordu. Nihayet dişi kumru erkeğine şöyle bir öneride bulundu:
“Bizi yargılaması için Muhammed b. Ali’nin (İmam Bakır’ın) yanına gidelim.”
Erkek kuş bu öneriyi kabul ederek benim yanıma geldiler.
Ben de erkek kumruya: “Eşin doğru söylüyor. O suçsuzdur. Sen ona zulmediyorsun” dedim. Onlar da bu yargıyı kabullenerek çekip gittiler.”[12]
13-Batıl İçin Hak Terk Edilmemeli
İmam Muhammed Bakır (a.s)’ın özel ashabından olan Zürare şöyle diyor:
İmam Bakır (a.s), Kureyşli bir adamın cenazesini teşyi etmeye giderken ben de O’nunla beraber gittim. Ölen kimsenin hanımı çığlık atarak ağlamaya başladı. Cenazeyi teşyî etmeye hazır olan Ata,[13] eşi ölen kadına hitaben: “Sus! Susmaz isen geri döneriz” dedi.
Kadın susmayınca Ata da geri dönüp cenaze törenine katılmadı.
Ben, İmam Bakır (a.s)’a: “Ey Resulullah’ın oğlu! Ata geri döndü” dedim.
İmam (a.s): “Neden?” diye buyurdu.
Cevaben arzettim ki: Kocası ölen kadına: “Sus! Susmaz isen geri döneriz” dedi. Kadın susmayınca Ata da geri dönerek cenaze törenine katılmadı.”
İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Biz cenazeyi teşyî edeceğiz, başkalarıyla işimiz yoktur. Batılın hakla karıştığını gördüğümüzde, batıldan dolayı hakkı terk edersek, müslümanın hakkını eda etmiş sayılmayız.”[14]
Daha sonra İmam (a.s) cenaze namazı kıldı. Cenaze sahibi ileri çıkarak İmam (a.s)’a teşekkür etti ve şöyle dedi: “Allah size merhamet etsin, mükafatlanasınız; siz yaya olarak yürüyemezsiniz, geri dönün.”
İmam (a.s) dönmekten imtina etti.
Arzettim ki: “Efendim! Eza sahibi dönmenize izin verdi. Benim de diyeceğim bir söz vardır.”
İmam (a.s): “Biz onun izniyle gelmemiştik ki onun izniyle de geri dönelim. Bu bir sevaptı, biz de onun peşindeydik. İnsan cenaze peşice ne kadar giderse o kadar mükafatlanır.” [15]
İşte böylece İmam (a.s) kendi vazifesine amel etti ve batıldan dolayı hakkı terk etmedi. İnşaAllah O’nun takipçileri de öyle olurlar.
14-İmam Bakır (A.S)’ın Sabrı Ve Yüce Ahlağı
Bir gün Hıristiyan bir kimse, İmam Muhammed Bakır (a.s)’a hakaret ederek şöyle dedi: “Ente beqer?” (Sen sığır mısın?)
İmam (a.s) cevabında şöyle buyurdu: “Ene Baqır” (Ben Bakır (ilmi yarıp açıklayan)’ım.)
Hıristiyan: “Sen aşçı hanımın oğlusun.”
İmam (a.s): “Aşçılık annemin mesleğidir.”
Hıristiyan: “Sen zenci ve kötü dilli hanımın oğlusun.”
İmam (a.s): “Eğer söylediğin bu lakaplar doğruysa, Allah onu affetsin; yalan ise Allah seni affetsin.”
Hıristiyan adam, İmam (a.s)’ın bu yüce ahlakını görünce, Müslüman oldu.[16]
15-Uzman Okçu
Bir yıl Hişam b. Abdulmelik b. Mervan (zamanın halifesi) Mekke’ye gitti. Aynı yılda İmam Muhammed Bakır (a.s) ve oğlu İmam Sadık (a.s) da Mekke’ye müşerref oldular.
Bir gün İmam Sadık (a.s) Mekke’de bir konuşma yaptı, konuşmasında şöyle buyurdu: Hz. Muhammed (s.a.a)’i peygamberlik makamına seçen ve O’nun vesilesiyle bize ikramda bulunan Allah’a hamdolsun. Biz (Ehl-i Beyt) Allah’ın halk arasındaki seçkin kulları ve O’nun halifeleriyiz. O halde mutlu, bize tabi olan kimsedir; mutsuz da bize düşmanlık yapan ve muhalefet eden kimsedir.”
İmam Sadık (a.s) buyuruyor ki:
“Hişam’ın kardeşi Muslime bu olayı Hişam’a haber verdi. Hişam Mekke’de bize dokunmadı. Fakat Şam’a gittiğinde ve biz de Medine’ye döndüğümüzde bizi Medine’den Şam’a çağırttı. Şam’a vardığımızda üç gün boyunca bize (Hişam’la görüşme) izni verilmedi. Dördüncü gün olduğunda bize Hişam’la görüşme izni verildi.
Nihayet içeriye girdik. Hişam sultanlık tahtı üzerinde oturmuştu, ordu komutanları ise silah kuşanmış halde onun etrafında durmuşlardı. Hişam’ın karşısında bir hedef dikilmişti, memleketin ileri gelenleri ise o hedefe doğru ok atıyorlardı.
Hişam’ın yanına varırken babam önümde, ben ise O’nun arkasında idim. Hişam babama hitaben şöyle dedi: “Ey Muhammed! Memleketin büyükleriyle sen de hedefe doğru ok at ve bu yarışa katıl.”
Babam şöyle buyurdu: “Ben artık yaşlanmışım, ok atma zamanım geçmiştir, beni (bu yarıştan) muaf kıl.”
Hişam da şöyle dedi: “Dinî ve Muhammed (s.a.a) peygamberiyle bizi aziz kılan Allah’ın hakkına andolsun ki seni muaf kılmayacağım.”
Daha sonra Beni Ümeyye’nin büyüklerinden birine: “Ok ve kemanı O’na ver” diye emretti.
Babam (mecburen) o kemanı ondan aldı ve bir oku kemanın kirişine koyarak çekti. Ok kemandan çıkarak hedefin tam ortasına isabet etti. İkinci oku da kemanın kirişine koyup çekti, bu ok da atmış olduğu ilk okun tam ortasına isabet edip onu yardı. Daha sonra birbirinin peşi sıra dokuz tane ok attı, bunların her biri önceki atılan okun tam ortasına isabet edip onu parçalıyordu.
Hişam bu durumdan çok rahatsız oldu, öyle ki kendisini kontrol edemiyordu. Sadece şöyle dedi: “Ya Eba Cafer (İmam Bakır (a.s)’ın künyesi)! Şimdi anladım ki sen Arap ve Acem’in en iyi ok atanısın.”
Hişam’ın, bu sözü söylediği için pişmanlık duyduğunu anladım. Hişam hilafeti döneminde babamdan önce ve O’ndan sonra kimseyi künyesiyle çağırmamıştı. Bu yüzden rahatsız oldu ve başını önüne eğerek düşünceye daldı. Ben ve babam onun karşısında ayak üstü durmuştuk ve ona bakıyorduk. Ayakta durmamız uzayınca babam rahatsız oldu ve ona karşı öfkelendi. Babam öfkelendiğinde göğe bakıyordu; öyle ki herkes onun sinirlenmiş olduğunu anlıyordu.
Hişam babamın rahatsız olduğunu anlayınca: “Ya Muhammed! Bana doğru gel” dedi. Babam tahtın üzerine çıktı, ben de onu takip ediyordum. Babam Hişam’a yaklaştığında o ayağa kalktı, babamla kol boyun oldu ve O’nu sağ tarafında oturttu. Daha sonra benimle de görüştü ve beni de babamın sağ tarafında oturttu.
Daha sonra babama yönelerek şöyle dedi: “Ya Muhammed! Senin gibi birisi Kureyş arasında olduğu müddetçe onlar Arap ve Acem’e efendilik yapacaklardır. Allah aşkına söyle, böyle ok atmayı kim sana öğretti ve böyle ok atmayı öğrenmen ne kadar sürdü?”
Babam cevabında şöyle dedi: “Gençlikte bazen ok atıyordum, ama sonraları terk ettim; fakat siz ısrar edince tekrar attım.”
Sonra Hişam şöyle dedi: “Ben ömrüm boyunca böyle ok atan birisini görmedim ve yeryüzünde senin gibi ok atan birinin bulunduğunu da zannetmiyorum! Acaba oğlun Cafer de senin gibi ok atabiliyor mu?”
Babam cevabında şöyle buyurdu: “Evet, biz, kemal ve tamamı (üstünlük ve faziletleri) birbirimizden miras alıyoruz. Allah-u Teâla bunları şu sözünde: “Bugün dininizi kemale erdirdim ve nimetimi size tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı beğendim”[17] Peygamberine nazil etmiştir. Yeryüzü bu özellikleri (üstünlük ve faziletleri) taşıyacak kimselerden boş değildir, bizden başkaları ise bu özelliklerden mahrumdurlar...”[18]
16-Münafık Olmaktan Korkmak
Hamran b. A’yen, İmam Muhammed Bakır (a.s)’ın huzuruna vararak bazı meseleler sordu. Cevabını aldıktan sonra, İmam (a.s)’ın yanından ayrılmak istediğinde şöyle dedi:
“Resulullah’ın oğlu! Allah size uzun ömür versin ve beni sizin vücudunuzun bereketinden faydalandırsın. Sizin huzurunuza vardığımızda kalbimiz cilalanır, dünyayı unutuyoruz ve halkın zenginliği gözümüzde değersiz oluyor. Ama sizin huzurunuzdan ayrıldığımızda ve toplumun bireyleriyle temasa geçtiğimizde yine dünyaya yöneliyoruz.”
İmam (a.s) şöyle buyurdular: “Bu, kalbin haletlerindendir. İnsanın kalbi bazen sertleşir, bazen de yumuşar.”
Sonra şöyle buyurdular: “Peygamber (s.a.a)’in ashabı bir vakit O Hazrete şöyle dediler: “Ya Resulellah! Biz münafık olmaktan korkuyoruz!”
Peygamber (s.a.a): “Neden?” diye sordu.
Cevaben şöyle dediler: “Sizin huzurunuzda olduğumuzda bize öğüt verip bizi ahirete meyillendirip kalbimizde korku icat ediyorsunuz; öyle ki adeta gözümüzle cennet ve cehennemi görüyoruz. Ama sizin huzurunuzdan ayrılıp evimize gittiğimizde, aile ve yaşantıyı gördüğümüzde, sahip olduğumuz haleti kaybediyoruz; sanki önceden asla böyle bir halete sahip değildik! Bu bizim durumumuzdur. Acaba bu halimizle (yani sizin huzurunuzda öyle, dışarıda ise böyle olmakla) biz münafık olmuyor muyuz?”
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdular: “Hayır, öyle değildir. Çünkü sizin kalplerinizin bu şekilde değişmesi, şeytanın vesveselerindendir; o sizi dünyaya meyillendiriyor. Allah’a andolsun ki, eğer sürekli ilk halet üzere baki kalmış olursanız, melekler size el verir ve suyun üzerinde yürüyebilirsiniz…”[19]
17- Cabir-i Cu’fi’ye Vasiyeti
İmam Bakır (a.s)’ın Cabir-i Cu’fi’ye tavsiyeleri:
“(Ey Cabir!) Bil ki, (yine) bil ki, yaşadığın şehrin bütün halkı sana: “Sen kötü insansın” derlerse, bu seni üzmemeli; “Sen iyi insansın” derlerse de, bu seni sevindirmemeli; böyle olmadıkça bizlerin dostu olamazsın. (Her halükârda) sen kendini Allah'ın kitabına sunmalısın; eğer onun yolunda gidiyor, onun küçümsediğini küçümsüyor, sevdirdiğini seviyor ve korkuttuğundan da korkuyorsan, o zaman sebat göster ve hakkında söylenen sözlerin sana bir zararı olmayacağı için de kendini müjdele. Ama eğer Kur'ân'dan uzak isen, (o zaman) neden kendini aldatasın?
Mü'min nefsani isteklerine galip gelmesi için daima nefsine karşı cihad halindedir; bazen nefsin eğriliklerini düzeltip Allah rızası için heva ve hevesine muhalefet eder; bazen de nefsi, onu mağlup eder ve kendi heva ve hevesine uydurur, ama Allah-u Teâla hemen onun elinden tutar ve o da kendine gelir. Allah onun sürçmesine göz yumar; o da Allah'ı anar, tövbe ve korkuya yönelir; (azap ve ceza) korkusu arttığı için basiret ve marifeti de artar.
Nitekim Allah-u Teâla şöyle buyuruyor: “Allah'tan korkanlara Şeytan'dan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah'ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki doğru yolu görüp bilmişlerdir.”[20]
Ey Cabir! Allah'ın sana verdiği rızkın şükrünü yerine getirebilmen için az rızkı çok say. Nefsinin ayıplarını görebilmen ve affolunman için Allah'a olan ibadet ve itaatini az bil. Karşılaştığın kötülüğü, edindiğin bilgiyle kendinden uzaklaştır; bilgiyi de halis amelle çalıştır; halis ameli de, tam bir uyanıklıkla büyük gafletlerden koru; kâmil olan uyanıklığı da, gerçek korkuyla elde et.
Mevcut yaşantıya razı olarak gösterişten kaçın. Akla uyarak heva ve heves tehlikesinden kendini koru. Nefsani istekler galip geldiğinde ilmin irşadıyla kendini kontrol et. Halis amelleri mükâfat günü için koru. İhtirastan (aşırı istekten) kaçınmakla, kanaatkâr olmaya çalış. Kanaati seçmekle şiddetli tamahkârlığı kendinden uzaklaştır. Arzuları azaltmakla, zahitliğin tadını al; insanlardan ümidini keserek tamahın kökünü kurut. Nefsi tanımakla, bencilliğin yolunu kapa. (Çünkü nefsinin, kötü ahlak ve tabiatını ve gizli isteklerini bilen insan kendini büyük görmez.)
Doğru bir tefvizle (işi Allah'a bırakmakla) ruhi rahatlığa kavuş. Beden rahatlığını kalbin huzurunda ara. Az hata yapmakla, kalp huzuruna kavuş. Yalnızlıkta çok zikir etmekle, yumuşak kalpli olmaya çalış. Daimi hüzünle, kalbini aydınlat. Gerçek korkuyla Şeytan'dan korun. Yalan ümitten sakın (günah işleyip Allah'ın rahmetine boşuna ümit bağlama). Çünkü böyle bir ümit seni, gerçek korkuya (hakiki azaba) sokar.
Allah karşısında, amellerde doğru olmakla (ihlasla) kendini süsle. Göçmeye acele etmekle (ölüme hazırlanmakla) kendini O'na (Allah'a) sevdir. İşi geciktirmekten ve sonra yapacağım, demekten sakın. Çünkü helak olanlar bu denizde gark olmuştur. Gafletten uzak ol. Zira kalbin katılaşması gaflete dalmaktadır. Özrün olmadığı yerlerde gevşeklik yapma. Çünkü pişman olanlar ona sığınır.
Tam bir pişmanlık ve çok tövbe etmekle geçmiş günahlarından dön. Güzel bir dönüşle, Allah'ın rahmet ve affına yönel. Güzel dönüş için de, gecelerin karanlığında, hâlis dua ve münacat ile Allah’tan yardım talebinde bulun. Az rızkı çok ve çok itaati da az saymakla, büyük şükrü elde et. Çok şükür etmekle, nimetin çoğalmasını kazan. Nimetin elden çıkması korkusuyla, büyük şükre sarıl.
Tamahı öldürmekle, ebedi izzeti talep et. Halktan ümitsizliğin verdiği izzetle, tamahın zilletini kendinden uzaklaştır. Yüce himmetle de, halktan ümidi kesmek izzetini elde et. Arzuyu azaltmakla, dünyadan (ahiretin için) azık topla. Fırsat varken hedefe kavuşmak için çabuk davran. Bedenin sıhhatli olması ve boş zaman gibi, iyi bir fırsat olmaz. Güvenilmez insanlara, itimat etmekten sakın. Çünkü yemek alışkanlığı gibi kötülüğe de alışkanlık vardır...”[21]
18-Hz. Ali (A.S)’ın Eşi Hule
Cabir-i Co’fi,[22] İmam Bakır (a.s)’dan sordu: “Emir’ul-Müminin Ali (a.s) savaş esirlerinden olan Hule (Muhammed b. Hanefiye’nin annesi) ile nasıl evlendi? Halbuki O, Ebu Bekir’in esir etmiş olduğu Müslüman kadınlardandı?”
İmam (a.s) şöyle buyurdu; “Cabir b. Abdullah Ensari’nin evine git ve de ki, Muhammed b. Ali seni istiyor.”
Cabir-i Co’fi diyor: Gidip onun kapısını çaldığımda içeriden; “Ey Cabir b. Yezid!” diye seslendi.
Kendi kendime; “Benim Cabir olduğumu nereden biliyor! Oysa Ehlibeyt İmamlarından başka kimse gaybı bilemez. Andolsun ki, dışarı çıktığında bunu ondan soracağım” dedim.
Dışarı çıktığında; “Benim Cabir b. Yezit olduğumu nereden bildin? Halbuki sen içerideydin ve ben kapının eşiğinde idim” diye sordum.
Cevaben şöyle dedi: “Dün akşam mevlam İmam Bakır (a.s), senin Hanefiye hakkında bana soru soracağını haber vermişti ve; “Onu inşallah yarın sabah sana göndereceğim ve seni de isteyeceğim” buyurmuşlardı.”
Cabir, daha sonra Hule hanımın esir olma olayını, Emir’ul-Müminin Ali (a.s)’ın mucizesini vs. olayları anlatıyor.[23]
19-Mansur Devanîkî’nin Hükümetinden Haber
Ebu Besir şöyle diyor:
Mescitte İmam Bakır (a.s) ile oturmuştuk, bu sırada Davut b. Ali, Süleyman b. Halid ve Ebu Cafer Abdullah b. Muhammed (Ebu Devanîk) gelip bir köşede oturdular. Onlara dediler ki: “Orada oturan Muhammed b. Ali (İmam Bakır)’dir.” O zaman Davut b. Ali ve Süleyman b. Halid kalkıp Hazretin hizmetine gelerek selam verdiler. Ama Ebu Devanîk olduğu yerde oturdu. İmam Bakır (a.s) buyurdular:
“Kibirli ve gururlunuzun buraya gelmesine mani olan nedir?”
Arkadaşları ona bir mazeret buldular. Sonra İmam Bakır (a.s) şöyle buyurdular: “Allah’a andolsun ki, çok geçmeksizin o, doğu ve batıya saltanat edecek, halk onun peşine takılacak ve onun karşısında boyun eğecekler. O, sert ve katı bir şekilde hükümet edecektir.”
Davut b. Ali dedi: “Bizim saltanatımız sizinkinden önce midir?”
İmam (a.s) buyurdular: “Evet ey Davut! Sizin hükümetiniz (padişahlık ve saltanatınız) bizim hükümetten öncedir.”
Süleyman b. Halid gidip bu sözleri Ebu Devanîk’e haber verdi. O da Hazretin huzuruna gelerek selam verdikten sonra dedi ki: “Davut b. Ali ve Süleyman b. Halid şöyle-böyle diyorlar, doğru mu?”
İmam (a.s) buyurdu ki: “Ey Ebu Cafer! Sizin devletiniz bizim devletten önce, saltanatınız da bizim saltanatımızdan öncedir. Sizin padişahlığınız, sert ve katıdır; hiçbir kolaylık onda yoktur ve uzun da sürmeyecektir. Allah’a andolsun ki, Emevi saltanatının her gün ve yılına karşılık siz iki beraberi kadar saltanat edeceksiniz. Sizin çocuklarınız, bebeğin oyuncaklarıyla oynadığı gibi saltanatla oynayacaklar; büyüklerinizin oynayacağında ise şüphe yok. Anladın mı?”
Sonra buyurdular ki: “Bizden haksız yere kan dökmediğiniz müddetçe, devletinizin yaygınlaşması ve genişlemesi azalmayacak ama o kanı döktüğünüzde Allah size gazap edecek ve saltanatınızı da sizden alacaktır. Devletinizi yıkacak ve kullarından tek gözlü (Ebu Süfyan ailesinden olmayan) birini[24] size musallat edecek, onun ve yarenlerinin eliyle kökünüzü kazıyacak.”
İmam (a.s) daha sonra susarak bir şey söylemedi.[25]
20- Ömer B. Abdulaziz’in Ölüm Haberi
Ebu Besir diyor:
Mescitte İmam Bakır (a.s) ile birlikteydim, bu sırada Ömer b. Abdülaziz kölelerine dayalı bir halde içeri girdi. Hazret buyurdu: “Bu genç saltanata yetişecek, dört yıl yaşadıktan sonra ölecek. Hakkı olmadığı bir makamda oturduğu için yer ehli ona ağlayacak, gök ehli ise lanet okuyacak.”
(Maksat hilafet makamıdır ki, Ehlibeyt İmamları dışında kimsenin onda hakkı yoktur.) Daha sonraları Ömer b. Abdulaziz padişahlığa yetişti ve adaleti zahir edip yaygınlaştırdı.[26]
21-Cabir-i Co’fî’nin İmam (A.S)’ın Emriyle Kendini Deliliğe
Vurması
No’man b. Beşir diyor:
(Hac seferinde) uzun boylu bir süvari bir mektup getirerek Cabir’e verdi. Cabir mektubu alıp öptü ve alnına koydu. Zira mektup İmam Bakır (a.s)’dan idi.
Cabir: “Ne zaman server ve baş tacımın hizmetindeydin?”
Süvari: “Az önce.”
Sonra mührü açtı. Mektubu okur okumaz yüzünün rengi ve hatları değişti. Mektubu sonuna kadar okuyup onu sakladı. Artık Kufe’ye kadar onun güldüğünü görmedim.
Kufe’ye gece yetiştiğimiz için ben o gece yattım, sabah erken ihtiramı için onu görmeğe gittim. Ama şaşılacak bir halde onunla karşılaştım. Zira evden dışarı çıkıp bir takım kemikler boynuna asmıştı ve bir kamışa bindiği halde; “Mensur b. Cumhur komutandır; komuta uyan değildir” diyor ve bu tür şiirler okuyordu.
Birbirimize baktık, ama ne o benimle konuştu ve ne de ben onunla. Bu durumdan dolayı çok ağladım. Halk ve çocuklar etrafımızı sardılar. Cabir Kufe meydanına giderek çocuklarla oynuyordu. Halk; “Cabir b. Yezit deli olmuştur” diyorlardı.
Allah’a andolsun ki, çok geçmeden, Hişam b. Abdulmelik tarafından valiye şöyle bir mektup geldi: “Cabir b. Yezit adlı şahsı yakala, boynunu vur ve başını bana gönder.”
Hakim yanındakilere: “Cabir b. Yezid-i Co’fi kimdir?” diye sordu.
Cevabında; “O ilim ehli, fazilet sahibi ve hadis bilgini biri idi. Hacca gidip divane oldu. Şimdi Kufe meydanında kamıştan ata biniyor ve çocuklarla oynuyor” dediler.
Hakim gelip onu uzaktan seyretti. Çocuklarla oynadığını görünce şöyle dedi: “Hamd O Allah’a ki, beni bu adamı öldürmekten alıkoydu.”
No’man b. Beşir diyor: “Çok geçmeden Mensur b. Cumhur Kufe’ye girip, Cabir’in dediklerini yaptı.”[27]
22- Cabir B. Abdullah Ensari’nin Ölüm Haberi
Cabir b. Abdullah Ensari, Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in selamını İmam Bakır (a.s)’a ilettiğinde Hazret ona şöyle buyurdular: “Vasiyetini et, Allah’a doğru yolcusun.”
Cabir ağladı ve arzetti: “Ey seyyidim! Sen bunu nereden biliyorsun? Zira bu Allah Resulü (s.a.a) tarafından bana bildirilen bir ahittir.”
İmam (a.s) buyurdu: “Ey Cabir! Allah’a andolsun ki, Allah-u Teala bana, şimdiye kadar olan ve kıyamet gününe kadar da olacak olan şeylerin ilmini vermiştir.”[28]
23- Binek Üzerinde Nasıl Namaz Kılınır?
Feyz b. Meter diyor:
İmam Bakır (a.s)’ın huzuruna vardım. İmam (a.s)’dan deve üzerinde gece namazı kılmak hakkında soru sormak istiyordum. İmam Bakır (a.s), ben sorumu sormadan buyurdular:
“Peygamber (s.a.a), devesinin üzerinde deve hangi tarafa dönse de namaz kılıyordu.” [29]
24- İmam’ın Özellikleri Nelerdir?
İmam Sadık (a.s)’dan şöyle nakledilmiştir:
“Bir grup insan İmam Bakır (a.s)’ın huzuruna gelerek; “İmamın haddi ve özellikleri nelerdir?” diye sordular.
İmam (a.s) şöyle buyurdu: “…İmam’ın yanına ne zaman gitseniz O’na ihtiram edin, saygı gösterin ve dediğine iman edin. O’nun üzerine düşen ise sizlere kılavuzluk etmektir. O’nun özelliklerinden biri de şudur: Yanına gittiğinizde heybet ve celalinden O’na bakamazsınız. Nitekim Peygamber (s.a.a) de böyle idi. Ondan sonraki İmam da aynı özelliğe sahiptir.”
Dediler: “Şiilerini tanır mı?”
Buyurdu: “Evet, onları görür görmez.”
Dediler: “Bizler sizin Şiilerinizden miyiz?”
Buyurdu: “Evet, hepiniz.”
Dediler: “Bunun alametini beyan eder misiniz?”
Buyurdu: “Sizin isminizden, anne ve babanızdan ve kabilelerinizden haber verebilirim.”
Dediler: “Haber ver.”
İmam (a.s) onların isim ve kabilelerinden haber verdi. Onlar da tasdik ettiler. Hazret buyurdu: “Yine sormak istediğiniz; “Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir ki, onun kökü sabit, dalı ise göktedir”[30] ayeti hakkında da haber verebilirim. Geçmişlerimizin ilminden her ne istesek haber veririz (ve temiz ağaçtan maksat bizleriz).”
Sonra buyurdular: “Bu kadarı sizleri ikna ediyor mu?”
Dediler: “Bundan azı da ikna ederdi.”[31]
25-Abbas Oğullarından Haber
İmam Bakır (a.s) buyurdu:
“Abbas Oğullarından on iki kişi saltanat edecek ve son dördü ise öldürülecekler. Onlardan biri gırtlak ağrısına yakalanarak boğulacaktır. Bunların ömürleri kısa, müddetleri az, batınları ise pis ve bozuktur. Onlardan biri oldukça fasıktır ve Hadi, Natık ve Gavi lakaplarına sahiptir.”[32]
26-Hamza Tayyar’ın Niyetinden Haber Vermesi
Hamza Tayyar diyor:
İmam Bakır (a.s)’ın hizmetine varmak için izin istedim, başkalarına izin verdiler ama bana vermediler. Kederli bir halde evime döndüm ve kendimi evdeki tahtın üzerine attım. Artık uykum kaçtı. Kendi kendime: “Hangi gruba katılayım?” diye düşünmeğe başladım. Falan akideye sahip olan Mürcie[33] fırkasına mı? Filan itikada sahip olan Kaderiye’ye[34] mi? Filan inanca sahip olan Harevriye[35] fırkasına mı? Filan akideye sahip Zeydiye’ye[36] mi? Bunların inançları da hem bozuk ve hem de tezatlarla doludur.
Bunları düşünürken müezzinin ezan sesi yükseldi. Bu esnada kapının çalındığını gördüm. “Kimdir?” diye seslenince, “İmam Bakır’ın hizmetçisiyim” dedi. Dışarı çıkınca; “Mevlana icabet et!” dedi
Bunun üzerine elbisemi giyip gittim. Hazretin huzuruna vardığımda şöyle buyurdular: “Ey İbn-i Muhammed! Ne Mürcie’ye katıl, ne Zeydiye’ye, ne Kaderiye‘ye ve ne de Harevriye’ye; bize doğru gel. Sana giriş izni vermem bunlardan dolayı idi.”
Sonra İmam’ın sözünü kabul ederek O’nun imametine itikat ettim.[37]
27-Hişam B. Abdulmelik’in Evi
Yezit b. Ebu Hazim şöyle diyor:
İmam Bakır (a.s)’la birlikte Hişam b. Abdulmelik’in yeni yapılan evinin önünden geçiyorduk. Bu esnada Hazret şöyle buyurdu:
“Allah’a andolsun ki, harap olacak! Allah’a andolsun ki, toprağını götürecekler ve Zeyt (Medine’de bir yerin ismi) taşları gözükecek; orası, Nefs-i Zekiyye’nin[38] yeridir.”
Ben hayretle İmam (a.s)’a; Hişam’ın evini harap mı edecek?!” diye sordum.
İmam (a.s); “Evet” diye buyurdular.
İmam (a.s)’ın bu sözünü kulağımla duydum ve o söz sürekli aklımda idi. Hişam öldükten sonra Velid’in emriyle o evin yıkıldığını, toprağının taşındığını ve Zeyt taşlarının gözüktüğünü bizzat kendi gözlerimle gördüm.[39]
28-İmam Bakır (A.S)’ın Ateşe Girmesi
Cabir-i Co’fi şöyle rivayet ediyor:
(İmamet iddiasında bulunan) Abdullah b. Hasan’ın yanından geçerken bana ve İmam Bakır (a.s)’a küfretti. O olaydan sonra Hazretin huzuruna vardım. Beni görünce gülerek buyurdular: “Ey Cabir! Abdullah’ı gördüğünde sana ve bana küfür mü etti?”
Cevaben; “Evet” dedim.
Şöyle buyurdular: “Şimdi buraya ilk gelecek kişi Abdullah b. Hasan olacak.”
Bu esnada gördüm ki Abdullah içeri girdi. Oturur oturmaz İmam (a.s); “Seni buraya getiren nedir?” diye sordu.
O da: “Siz şöyle böyle iddialarda bulunuyorsunuz ve anne-babanızın, benim anne-babamdan daha üstün olduğunu söylüyorsunuz.”
İmam (a.s): “Yazıklar olsun sana! Haddini aştın” diye buyurdu.
İmam (a.s) bana; “Ey Cabir!” diye seslendi.
Arzettim: “Buyurun efendim.”
İmam (a.s): “Evde bir çukur kaz” diye emretti.
Çukuru kazınca: “Odun getir ve bu çukuru odunla doldur” dediler.
Ben de öyle yaptım. Sonra buyurdular: “Odunu yak.”
Ben de emrini yerine getirdim. Sonra İmam (a.s) buyurdular: “Ey Abdullah b. Hasan! Eğer doğru söylüyor isen, kalk ateşin içine gir ve çık!”
Abdullah dedi ki: “Kendiniz kalkın benden önce ateşe girin.”
Hazret kalkıp ateşin içine girdi; ayağı ile ateşi söndürdü ve sonra da yüzünden ter aktığı halde dışarı çıkarak gelip oturdu. Sonra buyurdu: “Kalk! Allah seni iyilik ve hayırdan uzak etsin. Birçok kimse ve evlatlarının başına gelenlerin senin başına geleceği ne kadar da yakındır!”[40]
29- İmam Rıza (A.S)’ın Şahadet Haberi
İmam Bakır (a.s) buyuruyordu:
“Musa b. Cafer’in oğullarından birisi, Emir’ül-Müminin Ali (a.s) ile aynı isme sahiptir. O, Horasan’ın Tus (Meşhed) şehrinde medfun olacak, zehirletilmek suretiyle öldürülecek ve o gurbet şehirde toprağa verilecektir. Allah O’nun hakkını tanıyan ve ziyaretine giden kimseye, Mekke fethinden önce Allah yolunda infak eden (ve İslam düşmanlarıyla cihat yapan) kimselerin sevabını verecektir.”[41]
30- Kendi Şahadetinden Haber Vermesi
İbn-i Ukde ceddinden naklediyor:
Hz. Sadık (a.s) babasının vefat gecesinde O’nun baş ucuna gelip durdu. O sırada O Hazret münacat ile meşgul idi. Eliyle geri çekilmesini istedi ve O da geri çekildi. Münacat bittikten sonra şöyle buyurdu: “Oğulcağızım! Ben bu gece dünyadan ayrılacağım ve bu gece Hz. Peygamber (s.a.a)’in dünyadan göçtüğü gecedir.”
Hz. Sadık (a.s) buyuruyor: “O gece babam bana, babası Ali b. Hüseyin (a.s)’ın kendisine bir bardak içecek vererek içmesini istediğini söyledi. Sonra da buyurdu ki: “Oğlum! Bu gece ölümün bana vaat edildiği gecedir.” Ve aynı gece vefat etti.”[42]
31- Mehdi-yi Mev’ud (A.S)’dan Haber
Ebu’l-Carud, İmam Bakır (a.s)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:
“Zamanın durumu değiştiğinde halk şöyle diyecekler: “Kâim (Mehdi) ölmüş veya helak olmuştur.” Veya diyecekler: “Hangi derede kayıp oldu?” O’nun yok olmasını isteyenler de diyecekler ki: “Böyle bir şey nasıl mümkün olabilir? O’nun şimdi kemikleri bile çürümüştür.” Ama sizler O’nu bekleyin, O’nun zuhur ettiğini duyduğunuz zaman, karda diziniz üzerinde yürümeli olsanız bile kendinizi O’na ulaştırın.”[43]
--------------------------------------------------------------------------------
[1]- Bihar’ul-Envar, c. 46, s. 247.
[2]- Bihar’ul-Envar, c. 2, s. 236.
[3]- Bihar’ul-Envar, c. 52, s. 126.
[4] - Bihar, c. 48, s. 5.
[5] - Bihar, c. 3, s. 49.
[6] - Bihar, c. 3, s. 49.
[7] - Bihar, c. 46, s. 243
[8] - Bihar, c. 46, s. 245
[9] - Bihar, c. 46, s. 287
[10] - Bihar, c. 46, s. 237 ve 249. (Az bir farklılıkla.)
[11] - Bihar, c. 27, s. 19, rivayet: 8; c. 47, s. 158; c. 63, s. 103. (Bu öykü, verilen adreslerden alıntılar yapılarak hazırlanmıştır. Müt.)
[12] - Bihar, c. 46, s. 238
[13] - O zaman kadı’l-kuzat (baş yargıç) idi.
[14] - Gerçi kadının çığlık atarak ağlaması doğru bir iş değildi ama cenazeyi teşyî etmek hak bir iştir. Kadının ağlamasından dolayı, cenazenin teşyî edilmesinin de terk edilmesi doğru bir iş değildir.
[15] - Bihar, c. 46, s. 300
[16] - Bihar, c. 46, s. 289
[17] - Maide / 3
[18] - Bihar, c. 46, s. 306
[19] - Bihar, c. 70, s. 56
[20] - A'raf / 201
[21] - Bihar, c. 78, s. 163
[22] -Cabir-i Co’fi: Tabiinin büyüklerinden ve Ehlibeyt ilimleri ve esrarının hamillerinden idi. Bazı vakitler ondan kerametler görülmüştür. İmam Sadık (a.s) onun hakkında buyuruyor: “Cabir’in bu isimle anılmasının nedeni; müminleri ilmiyle güçlendirmesi nedeniyledir. O, bir ilim deryasıdır ki, her ne kadar ondan alınsa tükenmez.
[23] - İsbat’ul-Hudat, c. 5, s. 296
[24] - Bu şahıstan maksat, Hulaku Han’dır.
[25] - Usul-u Kafi, s. 8, s. 211, h. 256
[26]- İsbat’ul-Hudat, c. 5, s. 292
(Tarihe göre, Ömer b. Abdulaziz’in saltanatı, Hicri 99’dan başlayıp Hicri 101’e kadar devam etti.)
[27] - Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c. 4, s. 191
[28] - Müntehe’l-Amal, c. 2, s. 60 ve Menakıb, c. 4 s. 196
[29] - Keşf’ul-Ğumme, c. 2, s. 138
[30] - İbrahim: 24
[31] - İsbat’ul-Hudat, c. 5, s. 297
[32] - İsbat’ul-Hudat, c. 5, s. 360
[33] - Onların inançları hakkında farklı görüşler vardır. Bazıları Cebriye olduklarını, bazıları Eş’arilere mensup olduklarını, bazıları da onların, imanı dil ile ikrardan ibaret bildiklerini ve amelin tesirini reddettiklerini söylüyorlar.
[34] - Bazıları onların inançlarının şöyle olduğunu diyorlar: “Kul kendi amellerinin yaratıcısıdır; küfür ve iman, ilahi takdir ve meşiyyetle değildir.” Bazıları da onların Mutezile inancına sahip olduklarını söylüyorlar.
[35] - Bunlar, Haricilerden bir grup olup, Kufe yakınlarında Harevra denilen bölgede yaşadıkları için bu adı almışlardır.
[36] - Bunlar, Zeyd b. Ali b. Hüseyin (a.s)’ın İmam olduğuna inanıyorlar.
[37] - Keşf’ul-Ğumme, c. 2, s. 139
[38] - Nefs-i Zekiyye: Muhammed b. Abdullah b. Hasan b. Hasan’dır. Mensur’un hilafeti döneminde Medine’de huruç etmiş ve Mensur’un askerleri Zeyt taşlığında onu öldürmüşlerdir.
[39] - Keşf ul-Ğumme, c. 2, s. 137
[40] - İsbat’ul-Hudat, c. 5, s. 319
[41] - Men La Yehzuruh’ul-Fakih, c. 2, s. 364, h. 3183
[42] - Besair’ud-Derecat, Saffar, s. 502
[43] - Kemal’ud-Din, c. 1, s. 26, h. 5