Kurân-ı Kerim, müslümanların bu muhasara altındaki çok zor ve kritik durumlarını Ahzab suresinde pek iyi yansıtmaktadır:
“Ey insanlar, anın size Allah’ın nimetini, hani askerler saldırmıştı üstünüze de onlara bir yel ve görmediğiniz askerler göndermiştik ve Allah, sizin yaptıklarınızı görür.
Hani size hem üst tarafınızdan hücum etmişlerdi,
Hem alt tarafınızdaki yerlerden ve hani gözer yılmıştı ve korkudan yürekler, ağızlara gelmişti ve Allah hakkında çeşitli zanlara kapılmıştınız.
İşte orda, inananlar, bir sınanmaya uğratılmışlardı ve adam akıllı da sarsılmışlardır.
Hani münafıklarla gönüllerinde hastalık alanlar, Allah ve peygamberi demişlerdi, bizi ancak aldattılar vaatlerinde aldatıştan başa bir şey yok.
Ve hani onların bir bölüğü, ey Yesribliler demişti, burada durmanıza imkan yok, dönün artık ve bir bölüğü de peygamberden, evlerimiz açık, sağlam değil diye izin istemişti, halbuki evleri açık değildi ve sağlamdı. onlar ancak kaçmayı diliyorlardı.
Eğer şehrin etrafından girilip onların üstlerine varılsaydı da şirk koşmaları istenseydi hemen işe girişirler ve şehirde pek az bir müddet kalırlardı”([1])
Ama müslümanların zorda olmalarına rağmen, hendeğin Ahzab ordusunun geçişine engel oluşu nedeniyle onların bu durumunu sürdürmeleri çok daha zordu. Çünkü bir taraftan hava giderek soğuyor. Diğer taraftan hazırladıkları yiyecek ve yem sadece Bedir ve Uhud savaşları gibi kısa süreli savaşlar için yeterliydi. Muhasaranın uzun sürmesiyle yemek ve yemin azlığı baskısını artırıyor, savaş ve kahramanlık heyecanı azalıyor, nabiyeleri gevşiyor ve tembelleşiyorlardı. Bu nedenle ordu komutanları bu duruma son vermek için, yiğit silahşörlerinin ne şekilde olursa olsun hendeği geçip savaşmalarından başka çare düşünemiyorlardı. Bu amaçla; Ahzab ordusunun namlı kahramanlarından beş kişi, atlarını son hızıyla koşturup on defa deneyerek yerlerinden hendeğin öte tarafına geçmeyi başardılar. Ve savaşmak için rakip istediler.
Bu silahşörlerden biri namlı, şanlı Arap kahraman “Amr b. Abduvedd” idi ki, Arap’ın en güçlü ve en yiğit silahşoru sayılmaktaydı. O’nu bin savaşçıya bedel biliyorlardı. “Yelye” bölgesinde tek başına bir grup düşmanı yendiği için “Ferisi Yelyel” diye ün kazanmıştı. Amr Bedir savaşına katılıp yaralandığı için Uhud savaşına katılmamıştı. Ve şimdi Hendek savaşında gövde gösterisi yapmak için ortaya çıkmıştı.
Amr hendeği geçince “Yok mu benimle savaşacak” çığlıkları atınca Müslümanlardan kimse karşısına çıkamadı. Daha da cesaretlenerek müslümanların inançlarıyla alay etmeğe başladı:
“Siz ki, öldürülenlerinizin cennette ve bizden öldürülenlerin cehennemde olduğunu söylüyorsunuz, içinizden birisi yok mu ki, ben onu cennete göndereyim veya o beni cehenneme göndersin?!” sonra şu anlamda hâmasî şiirleri okudu:
“Aranızda feryat edip savaşçı istemekten sesim tutuldu!”
Amr’ın peşpeşe savurduğu çığlıklar müslümanların yüreğinde öyle korku yaratmıştı ki, yerlerine çivilenip hiç bi harekette veya tepkide bulunmuyorlardı.([2])
Amr ne zaman haykırıp savaşçı istese Ali (A) öne çıkıp meydana gitmek için peygamberden izin istiyordu, ama peygamber onaylamıyordu. Bu durum üç kere tekrarlandı. Ali son kez savaş izin istediğinde, Peygamber: Bu Amr b. Abduvedd” dir, buyurdu Ali’de: “Bende Ali’yim”, dedi.([3])
Sonunda peygamber (SAV) izin verdi, kendi kılıcını Ali’ye verip imamesini başına sardı ve kendisine dua etti.
Ali (A) savaş meydanına çıktığında peygamberimiz (SAV) buyurdu ki:
“İslâm’ın tamamı, küfrün tamamı karşısında karar kılmıştır”
Bu buyruktan da açıkça anlaşılmaktadır ki; bu ikisinden birinin galibiyetine göre; ya İslam küfrü yenecek veya küfür İslam’ı yenecekti. İslam ve şirkin geleceğini tayin edecek yazgıyı belirleyen bu çarpışma idi.
Ali (A) Amr’a doğru piyade olarak koştu, onun karşısında yerini alınca. Sen kendine; Kureyş’ten biri senden üç şey isterse kabul edeceğine dair söz vermiştin:
- Öyledir.
- İlk isteğim İslam dinini kabul etmendir.
- Bu isteğini geç.
- Gel bu savaştan vazgeç, buradan git ve Muhammet (SAV)’in işini başkasına bırak, sen onun en saadetli kişi olursun, eğer bundan başkası olursa isteğin savaşsızda yerine gelir.
-Kureyş kadınları hiç bir zaman bunu konuşmayacaklardır.
Ben nezretmişim, Muhammed’den intikam almadan kafama yağ sürmeyeceğim.
- O zaman savaşmak için atından in.
-Hiç bir Arap’ın ben den böyle bir şey isteyeceğini sanmıyordum. Senin ellerimde ölmüş olmanı istemiyorum. Çünkü babam benim dostumdu. Geri dön daha gençsin!
-Ama ben seni öldürmeyi istiyorum.
Ali’nin sözlerine karşı Amr öfkelendi kibirle atından inip, atının ayaklarını biçti ve Hz. Ali’ye doğru saldırdı. İki silahşör şiddetle birbirine girdiler. Amr uygun bir fırsatını bulup Ali’nin başına şiddetli bir darbe indirdi. Ali, kalkanı ile kendini savundu kalkan ikiye bölünürken Ali(A)a bir şey olmadı. Tam bu sırada Ali düşmana aman vermeden karşı darbeyi indirdi ve devasa Amr’ı yere serdi. Ortalığı toz duman bürümüş ordular kimin ne yaptığını göremiyordu. Toz duman içinden Ali (A)ın tekbir sesi yükseldi:
İslam ordusu sevinçle çığlıklar atıyordu. Her kes Ali(A)ın Arap kahramanını öldürdüğünü anladı.([4])
Amr öldürülünce kendisiyle birlikte hendeği geçen ve Amr ile Ali(A)ın savaşının sonunu bekleyen diğer dört silahşör kaçmaya koyuldular, üçü hendeği atlamayı başardılar “Nuğen” adındaki kişi hendeği atlayamayıp içine düştü. Ali (A) de hendeğe atlayıp onu da öldürdü. Bu kahramanın ölümüyle Ahzab ordusu ruhiyesini tamamen kaybedip, şehre saldırma umutlarını yitirmiş, kabileler geldikleri yerlere geri dönmeye başlamışlardı.
Allah-u Teâla son darbeyi şiddetli fırtınalarla kendilerine indirdi. Ve tüm bir hızla evlerinin yolunu tuttular.([5]) İslam peygamberi, Ali’nin bugün gösterdiği üstün cesaret ve kahramanlık için kendisine şöyle buyurdu.
“... Eğer senin bu günkü yaptığın işi, bütün ümmetimin amelleriyle mukayese edecek olsalar, onlardan üstün olacaktır. Çünkü Amr’ın öldürülmüş olmasıyla, müşrik evlerinden, zillet girmeyen ev yoktur. Ve müslüman evlerinden izzet (uhudu) girmeyen ev kalmamaşıtır.”([6])
Ünlü ehl-i sünnet muhadisi “Hakim Nişaburi” Hz. peygamberin buyruğunu şu cümleyle aktarmıştır:
“Ali b. Ebu Talib’in Hendek savaşında, Amr b. Abduvedd ile savaşması, kıyamet gününe kadar ümmetimin amellerinden daha üstündür.”([7])
Bu buyruğun felsefesi gayet açıktır: İslam ve Kur’an O gün savaş alanında uçurumun kıyısında yer almış en kritik anlarını geçiriyordu. İşte böyle bir durumda Ali (A) ın eşsiz fedakarlığı ve kahramanlığı ile İslam; tehlikeden kurtuldu ve kıyamet gününe kadar devamlılığı garantilendi ve İslam onun fedakarlığı bereketiyle kökleşti. Buna göre her kes ibadetini ona borçludur.
HAYBER KALESİ FATİHİ
İslam peygamberi, hicretin yedinci yılında iken Hayber Yahudilerini silahsızlandırmaya karar verdi. Peygamberin bu girişiminin iki gerekçesi vardı:
1- Hayber, yeni kurulan İslam hükümeti aleyhine fitne ve komplo üreten bir merkez olmuştu. Ve bu kalede bulunan Yahudiler, defalarca İslam düşmanlarının Medine üzerine düzenledikleri saldırılara katılmışlardı. Özellikle Ahzab savaşında hizipleri takviye etmede önemli rol üstlenmişlerdi.
2- O zaman İran ve Rum, iki büyük imparatorluk olarak birbirleriyle uzun yıllar savaş yapmalarına rağmen, İslam’ın üçüncü güç olarak ortaya çıkması onların tahammül edebilecekleri bir şey değildi. Bu nedenle Hayber Yahudilerinin kasra veya Kayser’e alet vererek İslam’ı silmek için onlarla işbirliği yapabilecekleri veya müşrikleri İslam’a karşı teşvik edebilecekleri gibi bu yeni dini ortadan kaldırmak için bu iki imparatorluğu da teşvik edebilecekleri ihtimal dışı değildi.
Bu gerekçeler, Peygamberin bin altıyüz kişilik bir ordu ile Hayber üzerine yürümesine sebep oldu.
Hayber kalesi istihkam açısından çok sağlam bir yapıya sahipti. Çok sayıda savunma teçhizatı vardı ki, Yahudi savaşçılar bu teçhizatı kullanarak şiddetli savunma yapıyorlardı.
İslam ordusu askerlerinin yiğitçe savaşmaları sayesinde kaleler birer birer ama çok zor şartlar altında düşmüştü. Ama “Kemus” kalesi ki, kalelerin en büyüğü ve silahşörlerin en yiğitlerine sahipti. (Hayber Kalesi) olduğu gibi direniyordu. İslam mücahitleri tüm kahramanlıklarına rağmen bu kaleyi fethedemiyor kapısını açamıyorlardı. Peygamber (SAV)in yakalandığı amansız baş ağrısı, bizzat kendisinin savaşa katılmasına ve komutanlığı üstlenmesine engel oluyordu. Bu nedenle bayrağı her gün müslümanlardan birinden diğerine veriyor ve kaleyi fethetmekle görevlendiriliyordu. Ama her birisi sonuç almadan dönüyorlardı.
Bu durum peygamber için pek dayanılmaz olmuştu. ki:
“Yarın bu bayrağı bir kimsenin ellerine teslim edeceğim ki, Allah onun elleriyle bu kaleyi açacak; O Allah’ı ve Allah’ın Resulü’nü sevmekte, Allah ve Resulü de onu sevmektedir.” buyurdu
Resulullah (SAV)in sahabeleri o geceyi; yarın peygamber bayrağı kime teslim edecek, diye düşünerek geçirdiler. Güneş doğarken İslam ordusu askerleri, peygamberin çadırını çevrelemiş herkes hazretlerinin bayrağı kendisine teslim etmesini ümit ediyordu. Bu sırada peygamber:
- Ali nerededir, diye sordu.
Şiddetli göz ağrısına yakalanmış dinleniyor, dediler.
- Ali’yi bana getirin, buyurdu.
Ali (A) peygamberin huzuruna vardığında efendimiz kendisine dua etti. Efendimizin bu duası ile Ali (A) iyileşti ve efendimiz bayrağı kendisine teslim etti:
Ali:
- Ey Allah’ın Resulü, onlar İslam dinini kabul edinceye kadar onlarla savaşacağım, dedi:
Efendimiz:
-Onlara doğru hareket et, kaleye varınca onları önce İslam’a davet et, onlara Allah’a karşı olan vazifelerini hatırlat. Allah’a andolsun ki, Allah onlardan birini senin elinle hidayet ederse kırmızı tüylü develere sahip olmandan daha iyidir.([8])
Ali (A) aldığı görevi başarıyla yerine getirdi ve Sağlam yapılı Hayber kalesini eşsiz bir şecaatle fethetti.
PEYGAMBERİN ELÇİSİ VE ÖZEL TEMSİLCİSİ
Şirk ve putperestliğe karşı; İslam mantığı, yirmi yıldan fazla bir süre içinde, Hicaz bölgesinde müşrik Arap kabileleri arasında yayılıyordu. Bu süre zarfında bölgenin tamamına yakını, İslam’ın put ve putperestliğe karşı mantığından haberdar olmuş ve putperestliğe körü körüne inanmanın atalarını taklit etmekten başka bir şey olmadığını anlamışlardı. Batıl ilahlarının; sadece başkalarına birşey yapamayacak kadar zelil olduklarını değil, hatta kendilerine yönelen bir zararı bile defedebilecek veya kendilerine bir yarar bağlayamayacak kadar zelil olduklarını ve bu tür zavallı ilahların hiçbir övgü ve saygıya layık olmadıklarını biliyorlardı.
Peygamber (SAV)’in buyruklarını can kulağıyla dinleyen kimse, yaşamlarında köklü bir değişiklik yaparak putperestlikten tevhit dinine dönmüşlerdi. Özellikle Peygamber (SAV) Mekke’yi fethedince vaizler, serbest bir ortamda bu dini yayma fırsatı bulmuşlardı. Ve sonuçta; şehirlerde, kasabalar da, köylerde çok büyük bir çoğunluk putları kırmış, gönüllerini sirab eden tevhit nidasıyla Kâbe’ye dönmüşlerdi. Ama eski geleneklerini bırakmak kendileri için çok zor oluyor ve sürekli vicdanları ile keşmekeş içinde olan; mutaassıp, bağnaz grup, kötü alışkanlıklarından ahlaki ve sosyal çöküntülerden vazgeçemiyorlardı. Bu durumda Peygamber (SAV)’in askeri güçle, putları kırıp, insanlık dışı davranışlara son verme zamanı gelmişti. Tüm ahlaki ve sosyal çöküntülerin kaynağı ve esasen bir çeşit insanlık haremine tecavüz olan, putperestliği tümüyle ortadan kaldırmak için zor kullanmaktaydı.
Bu sırada “Beraa” suresi nazil oldu. Peygamber (SAV) her yerden haccetmek için Mekke’de bulunan binlerce hacı arasında Allah ve Resulü’nün müşriklerden beri olduğunu bildirdi. Yüksek bir sesle putperestlere, dört aya kadar durumlarını düzeltmelerini duyurmakla görevlendirildi. Tevhit dinine inanırlarsa, diğer müslümanların sırasında yer alacaklar, İslam’ın Maddi ve manevi meziyetlerinden yararlanacaklardı. Eğer inat ve bağnazlıklarını sürdürecek olurlarsa, dört ay sonra savaşa hazır olacaklar ve yakalandıkları an öldürüleceklerdi.
Beraat suresi nazil olduğu zaman, peygamber hac merasimine katılma kararında değildi. Zira Mekke’nin fethinin önceki yılı Allah’ın evini ziyaret etmiş. Sonraları “Heccetü’l-Vida” adıyla adlandırılacak olan sonraki yıl haccetmeği düşünüyordu. Bu nedenle Allah’ın mesajlarını iletmek üzere birini seçmeliydi. Bu amaçla önce Ebu Bekir’i huzuruna çağırdı Beraat suresinin bazı ayetlerini kendisine öğretti ve kırk kişi ile birlikte, Kurban bayramında (Müşriklere) okuması için Mekke’ye gönderdi.
Ebu Bekir, Mekke’ye yöneldikten sonra ilahi vahiy nazil olarak Peygamber (SAV)’a: bu mesajları ya peygamberin kendisi veya ondan olan birinin halka duyurması gerektiği, bu iki kişiden başkasının böyle bir yetkisi olmadığı emrini iletti.
Acaba, Vahy’de peygamberden olduğu belirtilen ve vücuduna bu elbise dikilen kişi kimdir?
Çok geçmeden peygamber Ali’yi ihzar edip; Mekke’ye doğru yola çıkmasını, yolda Ebu Bekir’e ulaşıp ayetleri kendisinden alıp ona; ilahi vahy peygambere; bu ayetleri ya peygamberin kendisi veya ondan olan birisinin halka okuması gerektiğini, emrettiğini, bu nedenle bu görevin sana verildiğini iletmesini emretti.
Ali (A) “Cabir” ve bir grup sahabe ile birlikte, Resulullah’ın özel devesine binmiş olduğu halde Mekke’ye doğru hareket etti, peygamberin buyruğunu Ebu Bekir’e iletti. O da ayetleri Ali’ye verdi.
Emire’l-Müminin (A) Mekke’ye girdi. Zi’l-Hacce ayının onunda Cemere-i Ukba’nın üzerinde, yüksek sesle Beraat suresinin ilk ayetlerini okudu. Ve Resulullah’ın dört maddelik ihtarını herkesin duyabileceği şekilde ilan etti.([9]) Müşrikler İslam hükümetine karşı tavırlarını dört ay içinde belirlemeleri gerektiğini anlamış oldular. Daha dört ay dolmadan gruplar halinde, tevhit dinine girmeye başladılar. Ve hicretin onuncu yılı dolmadan Hicazda putperestlik tamamen kökünden kazınmış oldu.
Ebu Bekir, görevden azledildiğini haber alınca, rahatsız olarak Medine’ye dönüp peygamberin huzuruna vardı ve sitem edercesine dedi ki:
“Beni bu işi yapmaya (İlahi ayetleri duyurup ihtariye okumaya) layık gördün, ama çok geçmeden beni bu görevden azlettin, acaba bu konuda Allah’tan emir mi geldi?”
Peygamber cevabında buyurdu ki?
“Allah’ın elçisi, gelip; ben veya benden olan birisinin dışında bir başkasının bu görevi yapmaya yeterli olmadığını iletti.”([10])
--------------------------------------------------------------------------------
([1]) Ahzab, 9-15
([2]) Vaıdi bu durumun "Sanki başlarına kuş konmuştu" cümlesiyel anlatıyor. el-megazi, M.b. Ömer b. Vakıdi, Beyrut, C.2 S. 470
([3]) İbni Ebi'l-Hadid, Şerh-i Nehcü'l-Belağa, 1. Baskı Kahire, 1378 H. C.13, S. 248
([4]) el-meğazi, M. B. Amer Vakıdi, Beyrut, C2, S471.
([5]) Ali (a)’ın Amr b. Abduvedd ile savaşı önceki kaynaklara ek olarak aşağıdaki kitaplar da da zikretilmiştir:
-Biharv'l-Envar, Tahran, C.20, S.203-206.
-El-hısal, Kum, 1403 H, S.560.
-es'siretü'n-Nebeviyye, Kahire, 1355, H, C.3, S236.
-El-Kamil-ü fittarih, Beyrut, 1399 H, C2, S.181.
-el-İrşad, Şeyh Müfid, Orjinali S. 54, Türkçe tercümesi S. 83-91 İstanbul 1996 baskısı Mütercim D. Duman.
([6]) Muhammed Bagır, Biharü'l-Envar, Tahran, Darü'l-kütübi't İslamiyye, C. 20, S. 216.
([7]) el-Müstedrek, 1. baskı, Beyrut, 1406 H. C.3, S.32.
([8]) Sahih Müslim, Kahire, (.7, S.121 Ali (A)ın bu önemli görevini ve efendimizin bu buyruğunu aşağıdaki kaynaklar az bir cümle farklılığı ile zikretmişlerdir.
-Abdü'l-Melik Hişam, es-Siretü'n-Nebeviyye, Kahire, 1355 H. C.3, S.349.
-ibni Esir, el-Kamil-ü fi't-Tarih, Beyrut, 1399 H. C.22, S.219.
-Hakim Nişaburi, el-Müstedrek, 1. Baskı , Beyrut, 1406 H, C.3, S.109.
-Sahih Buhari, Kahire, 1314 H, C.5, S.18.
([9]) Dört maddelik ihtar şöyleydi: a- Müşriklerle yapılan antlaşmaların bozulması, b-Müşriklerin hacc merasimine katılma haklarının olmayışı c- Çıplak kimselerin tavap etmesinin yasaklanması ki, ozamana kadar müşrikler bunu yapıyorlardı. d- Müşriklerin Mescidü'l-Haram'a girişiminin yasaklanması
([10]) Mahmut Akısi el-Bağdadi, Ruhu'l-Maani, 2 baskı, Beyrut, C. 1, Tevbe Suresi tefsiri