BURAYA S?TEN?ZE A?T BANNER YADA YAZILAR YAZAB?L?RS?N?Z...

Www.EndlessGenclik.Com

 
 
» Ana Kategoriler
Allah (c.c)  
 Ehli-Beyt (a.s)  
 Kur'an-i Kerîm  
 Peygamberlerimiz
Reddiyeler  
 
» Kuran-ı Kerim Bölümü
 Kuran-ı Kerim Öğreniyorum
 Kuran-ı Kerim Dinle
 Kuran-ı Kerim ve Bilim
 Kuran-ı Kerim Tefsirleri
 Kuran Bir Mucizedir
 
» Hz. Muhammed (s.a.a) Hayatı
 Mekke Dönemi  
 Medine Dönemi  
 Güzel Ahlakı  
 
» On İki İmam (a.s)
 Hz. Ali
 Hz. Hasan
 Hz. Hüseyin
 Hz. Zeynel Abidin
 Hz. Muhammed Bakır
 Hz. Caferi Sadık
 Hz. Musa Kazım
 Hz. Ali Rıza
 Hz. Muhammed Taki
 Hz. Ali Naki
 Hz. Hasan Askeri
 Hz. Mehdi
 
» Mezhebler Bölümü
 Şia Mezhebi
 Caferi Mezhebi
 Hanifi Mezhebi
 Şafi Mezhebi
 Diğer Mezhebler
 
» İlmihal Bölümü
 Namaz
 32 Farz
 54 Farz
 Nasihatler
 Oruç
 Hac
 Zekat
 Nazar
 Cinler
 Abdest
 Teyemmüm
 Diğer
 
» Genel Kategoriler
İslam Alimleri
 Hz Muhammed (s.a.a)
Kısas ve Öyküler
Sağlık Bilgileri
Gençlik
Boykot
 
» İçerik Gönder
Haber Ekle
Dosya Ekle
Yazı Ekle
Köşe Yazısı Ekle
Resim Ekle
Video Ekle
Z Deftere Yaz
 

ehlibeyt-mektebi

137

Peygamberimizin Vefatından Hilafetinin Başlangıcına Kadar
 
 
Bu bölüme başlamadan önce, konuya giriş olarak hatırlatmak istiyorum ki: İmamet; Peygamber (SAV) in vefatından (Hicri 11’nci yıl Sefer ayından) İmam Hasan Askeri (A) ın hicri 260’ncı yılı Rebi’ül-Evvel ayında vukubulan vefatına kadar yaklaşık ..

18/04/2008
 

PEYGAMBERİN VEFATINDAN KENDİ HİLAFETİNİN BAŞLANGICINA KADAR
Bu bölüme başlamadan önce, konuya giriş olarak hatırlatmak istiyorum ki: İmamet; Peygamber (SAV) in vefatından (Hicri 11’nci yıl Sefer ayından) İmam Hasan Askeri (A) ın hicri 260’ncı yılı Rebi’ül-Evvel ayında vukubulan vefatına kadar yaklaşık olarak dört dönem geçirmiştir. Ve her dönem imamların, hakim iktidara karşı tavırları bakımından kendine has özelliklere sahipti. Bu dönemler şunlardan ibarettir:


1- İmam’ın bu iktidarlara karşı sabretme veya onlarla iyi geçinme dönemi, Bu dönem, Peygamberin vefatından, Emirel-Mümin’in (izahi) hilafetinin başlangıca kadar geçen yirmibeş yılın tamamını kapsamaktadır.
2- İmam’ın iktidar olma dönemi. Bu dönem Emir’el-Müminin (A)ın Dört yıl ve dokuz ay ve imam Hasan’ın birkaç aylık hilafet dönemini kapsamaktadır. Bu kadar kısa olması ve İslam’ın rengarenk düşmanlarının bu iki saygıdeğer insana çıkardığı onca sorunlar ve sıkıntılara rağmen İslam hükümetinin en parlak yılları sayılmaktadır.
3- İslam hükümetini kurmaya yönelik kısa süreli yapıcı çalışmalar dönemi. Bu dönem; imam Hasan’ın barışından (41. hicri yıldan) İmam Hüseyin şehit edildiği (61. Hicri) yıla kadar geçen yirmi yıllık zamanı kapsamaktadır. Barış olayından sonra Şia’nın yarı gizli faaliyetleri fiilen başlamış olup, uygun bir fırsatta iktidarı peygamber ailesine yeniden kazandırmaya yönelik programlar uygulamaya konulmuştur. Normal bir değerlendirmeyle bu fırsatın pek uzak olmadığı ve Muâviye’nin şirretli yaşamının sona ermesiyle elde edileceğine ümidi mevcuttu.
4- Dördüncü dönem ise; programların uzun süre devamı ve uygulanmasıydı. Bu dönem; yaklaşık iki asır boyunca, bir takım galibiyet ve yenilgilerle, ideolojik çalışmalarda kesin başarı ile, yaygın şekillerde uygulanan yüzlerce taktikle iç içe ve binlerce fedakarlık örnekleri gösterilerek izlenmiştir.([1])


PEYGAMBERİN VEFATI VE LİDERLİK KONUSU
İslâm peygamberinden sonra, İslam toplumunu yönetip işlerini idare etmeğe en layık ve üstün kişi Ali (A) idi. İslâm alemi içinde Peygamber (SAV) hariç hiç kimse; fazilet, takva, fıkhi, yargılama, cihat, Allah yolunda çaba gösterme bakımından ve diğer tüm üstün imani sıfatlar ve özelliklerde Ali’nin seviyesine ulaşmazdı. Bu liyakatlığı nedeniyle kendileri, defalarca Allah ve İslam peygamberi tarafından müslümanların gelecekteki lideri olarak tanıtılmıştır ki, Bunların en önemlisi “Ğadir” olayıdır.
Bu bakımdan, Peygamber (SAV)’in vefatından he­men sonra, Ali (A)ın işlerin idaresini ele alarak müslümanların liderliğin sürdürmesi bekleniyordu. Ama fiilen böyle olmadı. Peygamberden sonra hilafetin seyri saptırıldı. Ve Ali (A) siyaset alanından, İslam toplumunun işlerini yönetmeğe yönelik karar merkezinden uzak kaldı.


GELECEĞİ BELİRLEYEN YOL AYRIMI
Ali (A) bu sapmaya tahammül göstermedi. Buna karşı sessiz kalmayı yakışıksız bularak defalarca sağlam istiklalleri ve ispatlarıyla halife ve yandaşlarını eleştirerek tepki gösterdi. Ama zaman akımı ve bir takım olayların gelişmesi bu tür tepkilerin pek fayda sağlamayacağını, halife ve yandaşlarının iktidarı koruyup sürdürmede ısrarlı olduklarını göstermişti. Bu durumda Ali (A) geleceği belirleyen, çok kritik bir yol ayrımında bulunuyordu: Ya Risalet ailesi ricali ve yeni hükümeti meşru kabul etmeyen gerçek dostlarının yardımıyla güç kullanmak suretiyle hilafet ve hükümeti ele geçirmeli veya mevcut duruma katlanıp, imkanı ölçüsünde Müslümanların sorunlarını çözerek kendi kişisel görevini yerine getirmeliydi. İlahi liderliklerde mevki ve makam hedef olmadığından, asıl hedefin makam ve mevkii korumasının çok üstünde birşey olduğundan ve liderin varlığının sebebi, hedefe tahakkuk bahşetmek olduğundan dolayı eğer bir gün lider önemli bir yol ayrımına varır ve makam ile hedef arasından birini seçmek zorunda kalırsa; liderlik makamından vazgeçip hedefi, makam ve mevkii korumadan önde tutmaktır. Böyle bir durumda karşılaşan Ali (A) da ikinci yolu seçti. O İslam dünyasının içinde bulunduğu ahval ve şartları değerlendirdi. Eğer hükümeti ele geçirip liderlik makam ve mevkisini korumada ısrar edecek olursa, İslâm peygamberinin zahmetleri boşa çıkacak ve bu hedef uğruna İslâm fidesini sulamak için akan kanların heder olacağı sonucuna vardı.
İmam, “Şıksıkıyye” hutbesinde, bu kritik yol ayrımında ikinci yolu seçmesinin sırrını şöyle açıklıyor:
“... Ben hilafet hırkasını bıraktım ve eteğime bürünüp (ondan) korudum (kenara çekildim) yelkenleri. Hep düşünüyordum: acaba tek başıma (kimsesiz) hakkımı almak için ayaklansam mı veya meydana getirilen bu karanlık ve kovucu ortamda sabır mı etsem? Bir ortam ki yaşlıları yıpratmış, gençleri yaşlandırmış ve imanlı kişileri yaşamın son nefesine kadar sıkıntıya sokmuştur.
Sonunda gördüm ki, sabır gösterip katlanmak akla daha yatkındır. Bu nedenle sabır gösterdim ama; gözüne diken batmış ve boğazına kemik tıkamış bir insan gibiydim. Gözlerimle mirasımı yağmaladıklarını görüyordum!”([2])


İmam, İslam’ın esasını koruması için, İslam hilafetinin saptırılmasına karşı gösterdiği sabrı başka zamanlarda da dile getirmiştir. Şûra’nın kararıyla hilafete oturan Osman’ın halifeliğinin başlarında İmam Şura’nın diğer üyelerine hitaben şöyle buyurmuştur.
“... Çok iyi biliyorsunuz ki, ben hilafete her kesten daha layığım. Allah’a andolsun, müslümanların durumu düzenini korudukça ve benden başka kimseye zulmedilmedikçe müdafaa edeceğim”([3])


İÇ VE DIŞ TEHLİKELER
Dedik Ali (A), ettiği takdirde İslam camiasını tehdit edecek olan tehlikeleri dikkate alarak silahlı ayaklanmaya kalkışmadı. O ortamda İslam dünyasını hangi tehlikelerin tehdit edebileceği sorulabilir.
Böyle bir soruya karşı, Ali (A)’ı silahlı ayaklanmadan vazgeçirten iç ve dış tehlikeleri ve imanın dikkate aldığı hususları şöyle sıralayabiliriz.
1- Eğer İmam güç kullanarak silahlı ayaklanma ile hilafet ve hükümeti ele geçirmeye kalkışsaydı, can-ı gönülden onun imamet ve liderliğine inanan sevgili dostlarından bir çoğunu kaybederdi. Ayrıca imamın hilafetine rıza göstermeyen bir çok peygamber sahabeleri de öldürülürdü. Bu gurup liderlik konusunda İmam’ın karşısında yer almış, taşıdıkları ukde ve kinden dolayı İmam’ın kontrolü ele almasına rıza göstermemiş olmalarına rağmen, başka konularda İmam’a ters düşmemekteydiler. Şirk, putperestlik, Hıristiyanlık ve Yahudilik karşısında önemli bir güç sayılan bu kişilerin öldürülmesiyle müslümanların merkezindeki gücü zaafa uğrayabilirdi.
İmam, verdikleri sözü tutmayan (Talha ve Zübeyr)’ları etkisiz kılmak için “Basra”ya hareket ettiği zaman buyurduğu bir hutbe de bu hassas konuya parmak basarak buyurmuştur ki:
 -“Allah, peygamberinin ruhunu aldığı zaman, Kureyş kendi keyfine göre (hareket ederek) kendilerini bizden ki, ümmetin liderliği için herkesten daha layığız. Önde görüp, hakkımızdan alıkoydular. Ama ben gördüm ki; buna katlanıp sabır göstermek, müslü­manlar arasında ayrılık yaratıp kan akıtmaktan daha iyidir. Zira halk İslam’ı yeni kabullenmişti. Din, yeni dip tutmakta olan sütle dolu bir tulum gibiydi, en ufak bir ihmal ve gaflet onu bozabilir ve en küçük fert onu ters çevirebilirdi”([4])


2- Peygamber (SAV)’in ömrünün sonlarına doğru müslüman olan kabilelerden çoğunun, gerekli İslami eğitimi olmamış olmalarından ve iman nuru yüreklerini daha tam anlamıyla kaplamadığından Peygamberin ölüm haberini alınca içlerinden bazı gruplar mürtet bayrağı çekmiş, yeniden putperestliğe dönmüş Medine’deki İslam hükümetine fiilen karşı gelmişler İslami vergiyi ödemekten imtina etmişler ve askeri bir güç oluşturarak Medine’yi şiddetle tehdit etmekye başlamışlardı. Bu nedenle yeni hükümetin yaptığı ilk şey, bir grup müslümanı seferber ederek “Mürtet” ve isyancıların üzerine göndermiş ve bu isyan (büyümeden) bastırılmıştı.
Gerici İslâm düşmanlarının bayrak açıp İslâm hükümetini tehdit ettikleri böyle bir durumda, İma­m’ın başka bir bayrak açarak ayaklanması kesinlikle doğru olmazdı.
İmam (sonraları) Mısır hakkında yazdığı bir mektupta bu konuyu şöyle dile getirmektedir:
“...Allah’a andolsun ki, hiç bir zaman, Arap’ın pey­gam­berden sonra imamet ve liderliği onun Ehl-i Beyt’inden alacağını, hilafeti benden uzaklaştıracağını düşünmezdim,hiç aklıma gelmezdi.
Beni üzen halkın biat etmek için falancanın etrafına toplanmasıydı. Elimi çektim. Ta ki; gözlerimle gördüm, bir grup İslam’dan çıkmış Muhammed’in dinini yok etmek istiyorlardı. Eğer İslam ve ehline yardım etmezsem, İslam’ın parçalanıp yok olmasına tanık olmaktan korktum. Ve bunun müsbeti (kârı, faydası) benim için halifelik ve hükümetten mahrum olmaktan daha büyüktü. Çünkü bu birkaç günlük dünya kârıdır ki, zelil olup son bulacaktır; serabın sona erdiği veya bulutların birbirinden koptuğu gibi. Ama ben bu gelişmelere karşı ayaklandım ve (savaşta) batıl ortadan kalkıp yok oldu, din ayakta kalıp sağlamlaştı.”([5])
Yine İmam, halife oluşunun ilk günlerinde bu konuya bir kez daha değinmiştir. “Abdullah b. Cunade” rivayet ediyor:
Ali(A)ın halife olduğu ilk günlerde Mekke’den Medine’ye geldim. Halk camide toplanmış İmam’ın gelmesini bekliyorlardı. Bu sırada Ali (A) kılıç kuşanmış olarak evinden çıktı. Gözler üzerine çevrilmişti. Doğruca kürsüye çıkıp, Allah’a hamd-üsena ederek konuşmaya başladı:
“Ey cemaat! Biliniz ki sevgili peygamber aramızdan ayrılırken Onun bıraktığı hükümet hakkında kimsenin bizimle kavga etmeyip rekabet etmeyeceğini, hakkımıza göz dikmeyeceğini düşünüyorduk. Zira; biz onun varisi, velisi ve ıtratı idik. Ama beklentimin aksine içimizden birileri hakkımıza tecavüz edip hilafeti bizden aldılar ve hükümet başkalarının eline geçti.
Allah’a andolsun, eğer müslümanların parçalanıp ihtilafa düşeceklerinden korkumuz olmasaydı ve küfür ve putperestliğin yeniden İslam topraklarına dönmesinden İslam’ın yok olmasından çekinmeseydik onlara başka türlü davranırdık.”([6])


3- Mürtetlerin tehlikesine ek olarak bir de; “Museyleme”, “Tuleyhe” ve “Seccah” gibi yalancı peygam­berler ortaya çıkmıştı. Her birisi etrafına taraftarlar birlikler toplamış, Medine’ye saldırı amacındaydılar. Ki; müslümanların birlikte hareket ederek, çetin zahmetlerle sürdürdükleri çabalar sonucu o birlikler ortadan kaldırıldı.


4- Rumların muhtemel saldırı tehlikesi de müslü­man cephesi için ayrı bir üzüntü kaynağı oluşturabilirdi. Zira o zamana kadar müslümanlar üç kere Rumlarla karşı karşıya gelmiş veya savaşmışlardı. Bu yüzden Rumlar, müslümanları ciddi bir tehlike olarak görüyorlar ve İslam merkezine saldırmak için uygun fırsat kolluyorlardı. Eğer Ali (A) silahlı bir ayaklanmaya kalkışsaydı müslüman cephesi içeride zayıflayacak ve Rumların eline büyük bir fırsat geçmiş olacaktı.
Yukarıdaki hususlar dikkate alındığında; İma­mın, sabrı, kıyama (ayaklanmaya) neden tercih ettiği ve tahammül, tedbir ve uzak görüşlülükle İslam camiasını büyük tehlikelerden nasıl kurtardığı daha iyi aydınlanmaktadır. Eğer, müslümanların birliğini önemsemese, ikilik ve anlaşmazlığın korkunç sonuçlarından korkmasaydı, ümmet liderliğinin, peygamberin ger­çek vasi ve halifelerinin elinden çıkmasına kesinlikle izin vermezdi.


HALİFELER DÖNEMİNDE EMİR’EL-MÜMİNİN (A)’IN ÇALIŞMALARI
Bu dönemde, İmam’ın çalışmalarını şöyle özetleyebiliriz:
1- Allah’a ibadet ve kulluk etmek; Ali gibi bir şahsiyetin şanına yakışır bir şekilde. Öyle ki, İmam Seccad (Zeynelâbidin) (A) kendi ibadetini dedesinin ibadeti karşısında naçiz sayıyordu.


2- Kurân-ı Kerim’i tefsir etmek, birçok zor ayeti çözmek ve ashap arasında büyük İslam müfessirlerinden olan “Abdullah b. Abbas” gibi öğrenciler yetiştirmek.


3- Dünya milletlerinden çeşitli bilginlerin sorularını cevaplandırmak. Özellikle, Peygamber (SAV)’in vefatından sonra onun dini hakkında araştırma yapıp muhtelif sorular yönelten Hıristiyan ve Yahudi alimleri aydınlatmak. Çünkü onlar, İncil ve Tevrat’ı iyi bildiği sözlerinden anlaşılan Ali (A)’dan başka kendilerini yanıtlayacak birisini bulamıyorlardı. Eğer bu boşluk Ali (A) tarafından doldurulmasaydı İslam alemi (bilimsel açıdan) büyük bir yenilgiye uğrardı. İmam onların tüm sorularını eksiksiz olarak cevaplandırınca peygamberin yerinde oturan halifelerin yüzünde ilginç bir sevinç beliriyordu.


4- Müslümanlar arasında daha önce karşılaşılmamış yeni meselelere dair şer’i hükümleri vermek ve diğerlerinin hüküm vermediği çok karmaşık, meselelerin şeri hükmünü açıklamak. Bu imamın yaşamının en hassas noktalarından biridir. Eğer, peygamberin bizzat kendi onayı ile ümmetin en bilgini ve şer’i hükümleri en iyi bilen Ali (A) gibi birisi ashab arasında olmasaydı, birçok konu daha İslam’ın ilk döneminde çözülmeden kalırdı.
Yeni karşılaşılan bu konular, ümmet arasında, İslam’ın tüm usul ve füruuna vakıf olan Peygamber (SAV) gibi mâsum ve bilgili bir imamın peygamberin vefatından sonra ümmet arasında bulunmasını gerektiriyordu. Ancak İmam’ın geniş ve engin bilgisi ümmeti istenmeyen yanılgılara düşmekten kurtarırdı. Ve bu büyük insan da Resulullah (SAV)’in sahabelerinin tamamının tasdiki ile Ali (A)’dan başkası değildi.
İmamın verdiği hükümlerden bir kısmı ve Kuran ayetlerinden elde ettiği hayret verici istifadeler hadis ve tarih kitaplarında yer almış, hatta bunlarla ilgili müstakil kitaplar da yazılmıştır.


5- Seyr ve süluk için ruhi yetenek ve temiz bir yüreğe sahip olanları, İmamın manevi etkisi ve liderliği ışığında manevi kaleleri fethetmeleri ve zahiri gözle göremediklerini gönül gözüyle görmeleri için eğitip yetiştirmek.


6- Birçok yoksul, öksüz ve düşkünlerin ihtiyaçlarını temin etmeye çalışma. Öyle ki, İmam, kendi elleriyle bağlar yetiştiriyor ve kanallar kazıyor, Allah yolunda vakfediyordu.


7- Hilafet makamı siyasi meseleler ve bazı sorunlarda çıkmaza girdiğinde, İmam, sorunları tam bir gerçekçilikle çözen tek güvenilir müşavirdi. Bu danışmanlıklardan bazıları Nehcü’l Belağa ve tarih kitaplarında kaydedilmiştir.


İMAM VE HALİFELERİN İLMİ VE SİYASİ SORUNLARININ ÇÖZÜMÜ
Tarih tanıklık etmektedir ki, Ebu Bekir ve Ömer halifelik dönemlerinde; siyasi, kültürel, akait, Kurân tefsiri, İslam ahkamı ve füruatında imama müracaat ediyorlar İmamın yol göstericiliğinden, İslam usul ve füruatına dair engin bilgisinden tam anlamıyla yararlanıyorlardı. Tarihte kayda geçen bu örneklerden bir kaçını aşağıda sunuyoruz:


RUMLARLA SAVAŞ
Genç İslam hükümetinin en çetin düşmanlarından biri Rum imparatorluğu idi. İslam hükümetinin merkezini sürekli olarak kuzey bölgesinden tehdit ediyordu. İslam Peygamberi (SAV), ömrünün sonuna kadar Rum tehlikesinden gafil olmamıştı. Hicretin sekizinci yılında “Câfer-i Tayyar” komutasında bir orduyu Şam bölgesine göndermiş ama İslam ordusu üç komutan ve bir kısım asker kaybettikten sonra sonuç almadan geri dönmüştü. Bu yenilgiyi telafi etmek için İslam peygamberi, hicretin dokuzuncu yılında büyük bir orduyla Tebuk üzerine yürümüş ama düşmanlarla karşı karşıya gelmeden Medine’ye dönmüştü. Bu sefer, tarihe geçen birçok parlak sonuçlar sağlamıştır. Bununla birlikte Rum tehlikesi daima Peygamber (SAV)’in düşüncesini meşgul ediyordu. Bu nedenle hastalanıp yatağı düştüğü ömrünün son anlarında, Şam bölgesine göndermek üzere Ensar ve Muhacirlerden oluşan bir ordu hazırlattı. Bu ordu bazı nedenlerden dolayı bir türlü Medine’den ayrılmadı ve İslam peygamberi, İslam ordusu Medine’nin birkaç kilometre dışında karargah kurduğu bir sırada dünyaya gözlerini kapadı…
Peygamberin vefatından sonra, meydana gelen sıkıntıların giderilmesi ile Ebu Bekir’in halifeliği yerine oturarak Medine’de siyasi hava duruldu. İşlerin kontrolünü ele alan Ebu Bekir, peygamberin (Rumlarla savaşma) emrini uygulama konusunda tam anlamıyla iki yürekli idi. Bu nedenle bazı sahabelerle meşveret etti, hiçbirisinin sunduğu görüş halifeyi ikna etmedi. Sonunda İmam ile meşveret etti. İmam kendisini, peygamberin emrini uygulama konusunda teşvik ederek: savaşırsan galip gelirsin diye de ekledi. Halife İmam’ın teşvikinden memnun kalarak; iyi söyledin ve hayırla müjdeledin, dedi.([7])


ALİ VE İKİNCİ HALİFENİN SİYASİ MEŞVERETLERİ
İmam ikinci halife zamanında da, halifenin siyasi, ilmi ve içtimai sorunlarını çözen önemli bir müşavirdi. İkinci halifenin siyasi meselelerde imamın fikrinden yararlanmalarından birini örnek olarak aşağıda sunuyoruz:
Hicri on dördüncü yılda “Kadisiye” bölgesinde İslam ordusu ile İran askerleri arasında şiddetli bir savaş oldu. Sonunda Müslümanlar galip olup, İran orduları genel komutanı “Rüstem Ferruhzad” bir grupla birlikte öldürülmüştü. Bu zaferle birlikte baştan başa tüm Irak toprakları ve komutanlarının “Me­dain” şehri müslümanların tasarrufuna geçti. Me­dain şehri İslâm komutanlarının karargahı oldu. İranlı komutanlar ülke içlerine çekildiler.
İran askeri müşavirleri, İslam ordusunun ilerleyerek, ülkenin tamamını tasarruf edebileceklerinden korkuyorlardı. Böyle tehlikeli bir saldırıya karşı koymak için İran padişahı “Yezdegûrd” (veya Yezdicurd) “Firuzan” komutasında yüz elli bin kişilik bir ordu hazırladı. Her türlü ani saldırıları önlesin ve hatta uygun bulduğunda karşı saldırıya geçsin diye.
İslam orduları genel komutanı “Sâd-ı b. Ebu Vakkas” (Başka bir rivayete göre Kûfe valisi olan “Ammar-ı Yasir”) halifeye bir mektup onu düşmanın hareketliliğinden haberdar etti ve Kûfe ordusunun savaşı başlatmaya ve düşman savaş başlatmadan önce düşmanı korkutmaya hazır olduğunu da ekledi.
Halife camiye gidip, ileri gelen sahabeleri topladı ve Medine’den ayrılıp Basra ile Kûfe arasında bir yerde konaklayıp, ordu komutasını bizzat ele almak isteğine dair kararını bildirdi.
Bu sırada “Talha” ayağa kalkıp halifeyi bu işe teşvik etti ve söylediği sözlerden yağcılık kokusu hissediliyordu.
Ondan sonra “Osman” ayağa kalktı ve halifeyi Medine’yi terketmeye teşvik etmekle kalmayıp şunu da ekledi: Şam ve Yemen ordularına, bulundukları yerden ayrılıp sana katılmalarını yaz, sen de böyle kalabalık bir orduyla düşmanın karşısına çık.
(Bu sözleri duyan) İmam Ali ayağa kalkarak görüşünü şöyle açıkladı:
“Bu işin (İslam’ın) zafer kazanması veya yenilgisi kuvvetlerin azlığına veya çokluğuna bağlı olmamıştır. Bu Allah’ın dinidir ki, onu muzaffer kıldı ve o ordusunu hazırlayıp yardım etti ve varması gereken yere vardı ve doğması gereken yere doğdu. Allah tarafından bize zafer sözü verilmiştir ve biliyoruz ki Allah vaadini gerçekleştirmiş, ordusuna yardım etmiştir.
Liderin konumu boncukları bir araya getiren iplik gibidir. Eğer iplik kırılırsa boncuklar dağılır ve sonra onları bir araya getirecek düzene sokmak mümkün olmaz.
Bugün Arap sayısal bakımdan az olsa da İslam gücü ile çoktur, birlik ve beraberlik ışığı altında aziz ve güçlüdür. Buna göre sen (halife) değirmen taşı mihveri gibi toplumu, müslümanların aracılığı ile dönder ve savaşta onların işbirliği ile düşman için savaş alevini alevlendir. Zira eğer şahsın bu topraktan ayrılırsan etraftaki Araplar emrinden çıkacak ve o zaman geride bıraktığın önündekinden daha önemli olacaktır.
Eğer yarın Acemler seni görürse: bu Arap’ın esası ve köküdür, eğer bu ağacın kökünü keserseniz rahat olursunuz ve bu düşünce onları seni yok etmeleri için hırslandıracak ve daha da sertleştirecektir.
Onların müslümanlarla savaşa hazırlandıklarına dair söylediklerine ve ondan dolayı endişelerine gelince: bil ki Allah senden önce bu işi sevmemektedir ve o, sevmediği işi değiştirmede daha güçlüdür.
Düşman askerlerinin çokluğuna değindin, (bil ki); biz geçmişte savaşlarda neferatın çokluğuna güvenmezdik, Allah’ın yardımlarını hesaba katar (güve­nir)’dık. (Ve de zafer kazanıyorduk.)[8]
Halife, İmamın sözlerini dinledikten sonra bu görüşünü beğenip gitmekten vazgeçti.
İmamın bu çözümleyiciliğini bilen Ömer hep:
“Ali’nin çözmek için hazır bulunmadığı bir sorunla karşılaşmaktan Allah’a sığınırım.”([9])
 

 

--------------------------------------------------------------------------------


([1]) Pişvai Sadık, A,- S. Ali Hamdi, Tahran, İntişarat-ı Sulamel, S. 21

([2]) Nehcü'l-Belağa, Subhi Salih, H.3. Hutbe

([3]) Nehcü'l-Belağa, Subhi Salih, H.74. Hutbe

([4]) Câfer Subhani, Pujuheş-i Piramun-i zindegi-yi -Ali (A) kum, Cihan âra, S. 222.

([5]) Nehcü'l-Belağa, Sufbhi Salih, 62 Mektup.

([6]) İbni Ebi’l-Hadid, Şerh-i Nech’ül-Belağa, 1. Baskı, Kahire 1378 H., C.1, S. 307.

([7]) Tarih-i Yâkubi, İbni Vazih Yâkubi, C.3, S. 39.

[8]    Nehcü’l-Belağa, Subhi Salih, 1. Baskı, Beyrut, 1387 H, 147. Hutbe.

([9]) İbni Esir, el-Kâmil… Beyrut, C.3, S. 8. M.L Carir Taberi, Tarihü’l-Ümemi ve’l-Müluk, Beyrut, C. 4, S. 237, Hafız İbni Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, Beyrut, 1394 H, C. 7, s. 107. İbni Hucr Askalani, el-İsabe, 1. Baskı, Beyrut 1328 H. C. 2., S. 509 İbni Abdü’l-Birri, el-İstîab, Beyrut, 1328 H. C. 3, S: 39.
 

 
 
Bugün 2 ziyaretçi (3 klik) kişi burdaydı!
 

burayada istenizi tan?tacak ufak bi yaz? ve telif hakk? ks?m? olabilir yada ba?ka bir?ey size kalm?? :D

 

Www.EndlessGenclik.Com

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol