Osman’ın hilafetinde mali ve idari düzenin bozulması ve onun Beytü’l-Maldan (devlet bütçesinde) yüzde yüz gayri meşru (yasal olmayan) ve caiz olmayan şekilde tasarruf etmesiyle, aynı şekilde Beni Ümeyye (Emevi oğulları) ve yakınlarından, liyakatsız kişileri önemli devlet mevkilerine yerleştirmesiyle ve nihayet muhacir ve Ensar’dan layık kişileri görevden uzaklaştırıp İslam ümmetinin yazgısını Emevi oğullarının eline teslim etmesiyle halkın öfkesi kabarmıştı. Müslümanların, valilerin ve komutanların değiştirilmesine yönelik mükerrer isteklerini ve tepkilerini önemsememesi, halkın ayaklanmasına ve kendisinin de öldürülmesine sebep olmuştur. Bu olaylardan sonra halk Ali (A)’a biat etmiştir. Bu nedenle, Osman’ın öldürülmesinden sonra kurulan Ali hükümeti inkılapçı bir hükümetti ve halkın önceki zulüm ve yolsuzluklara karşı isyanın ürünüydü.
Osman hükümetinin fesatlarından birisi de; peygamber (SAV)’in Taif’e sürgün ettiği ve önceki halifelerin geri getirmeye cesaret edemedikleri “Hekem b. el-Âş” ve oğlu “Mervan”ı Medine’ye geri getirmesi ve kızını Mervan’la evlendirmesi hatta daha da ileri giderek onu hilafet müsteşarlığına getirmesi olmuştur. Halkı öfkelendiren önemli bir konuda bu idi.
Osman’ın evi kırk dokuz gün süreyle inkılapçılar tarafından muhasara edilmişti.([1]) Ve Osman ne zaman yumuşaklık göstermek isterse Mervan halkın öfkesini daha da kabartıyordu. Sonuçta öfkeli müslümanlar Osman’ın evine saldırıp onu öldürdüler.
ALİ (A)’IN PARLAK DURUMU
İnkılapçıların düşüncesi sadece Osman’ı işbaşından uzaklaştırmaktı. Her ne kadar Osman’ın evi muhasarada iken Ali’nin ismi dillerde dolaşıyor idiyse de gelecek için daha, belirli bir plan yoktu. Bu nedenle Osman öldürüldükten sonra halife seçimi sorunuyla bir daha yeniden karşı karşıya kalınmıştı.
Diğer taraftan; Ali; Abdurrahman b. Avf, Osman, Talha, Zubeyr ve Sâd b. Vakkas’tan oluşan altı kişilik Şûra üyelerinden Osman ve Abdurrahman b. Avf dünyadan göçmüş ve geri kalanlar arasında Ali hepsinden daha çok sevilen, fazilet ve İslam’da öncülüğü bakımından hiçbirisinin ona erişemediği birisiydi. Bundan dolayı halk daha çok Ali’ye yönelmişti.
Ali (A); mevcut şartları ve Osman zamanında meydana gelen değişiklikleri ve müslümanların İslam’dan çok uzaklaşmış olmalarını dikkate alarak ve Osman döneminde oluşan bunca fesat ve bozgunluktan sonra hükmetmenin çok zor olacağını, özellikle kabile ileri gelenlerinin ıslahat ve adalet programlarını kabul etmeyeceklerini bildiği için, inkılapçılar hazretlerine biat etmeyi önerdikleri zaman kabul etmedi.
Tarihçilerin ittifakla kaydettiklerine göre; Osman Hicri 35 nci yılın Zil-Hacce ayında öldürüldü. Ancak olay günü ihtilaflıdır. Ama kesin olan şu ki, onun öldürülmesi ile Ali’ye biat edildiği zaman arasında en az dört beş gün vardır. Bu birkaç gün içinde, halk ne yapacağını şaşırmıştı.
Bu sürede, inkılap öncüleri Ali’ye müracaat ediyor fakat o pek istekli görünmüyordu. Biatı kabul etmesini istediklerinde ortamı müsait görmediğinden ve kendisi için hüccetin daha tamamlanmadığını düşündüğünden şöyle buyuruyordu:
- “Beni bırakıp başkasına yönelin, çünkü biz çeşitli yüzü ve yönleri olan bir durumla karşı karşıyayız (gelirsiz ve karmaşık bir durumdayız). Bu işte gönüller sağlam ve akıllar sabit kalmaz, fesat bulutları, İslam dünyasının göğünü karartmış ve doğru yol tanınmaz olmuştur.
Biliniz ki, eğer davetinize icabet edersem size kendi bildiğim gibi davranacağım. Onun bunun sözünü ve kınayışını dinlemeyeceğim. Ama beni bırakırsanız, bende sizlerden biri gibi olacağım. Ve benim sizin veziriniz ve müşaviriniz olmam, size emir ve lider olmamdan daha iyidir.”([2])
Ancak, önceki yönetimin zulümlerinden bıkan halkın dalga dalga hazretlerinin evine akın ederek adalete susamışlıklarını dile getirip, ısrarlı istemeleri karşısında imam, artık bunun kendisi için bir görev, sorumluluk olduğunu kabul ederek halkın biatını kabul etti.
İmam sonraları birkaç defa halkın biat etmek isterken, gösterdiği bu coşkulu arzusunu ve ısrarını beyan etmiştir. Ez cümle Nehcü’l-Belağa’da yer alan bir hutbesinde şöyle buyurmaktadır.
“… Halk, devecinin serbest bıraktığı susamış develerin suya koştukları gibi üzerime geldiler, birbirlerini itip kalkarak sığıştırıyorlardı, öyle ki beni öldüreceklerini veya bir grubun diğer bir grubu öldüreceklerini sandım. Sonra bu konuyu (hilafeti kabul etmeyi) ölçüp biçtim, her gözle tarttım öyle ki gözlerimde uyku kalmadı.”([3])
Başka bir yerde de; halkın coşkuyla etrafını sardığını beyan ederek biatı kabul ettiği haberini aldıktan sonra gösterdikleri sevgi ve heyecanı şöyle beyan etmektedir:
“… Siz (biat etmek için) elimi açtınız ve ben kapattım, siz onu (elimi) kendinize çekerken ben geri çektim. Ondan sonra susamış develer suya koşarken birbirlerini itip kaktıkları gibi çevremde toplandınız öyle ki; ayakkabımın bağı koptu, abam omzumdan düştü ve zayıflar ayak altında kaldı!..
O gün halkın, bana biat ettikleri için yaşadıkları sevinç öyle artmıştı ki; küçük yaştakiler vecde geldi, evlerinde oturan yaşlılar, titreyen ayaklarıyla biat manzarasını görmek için yollara düştüler ve hastalar bu sahneyi müşahede etmek için hasta yataklarından çıktılar…”([4])
İmam “Şıkşıkıyye” hutbesinde de halkın bu heyecanı ile ilgili şöyle buyuruyor:
“… Beni tedirgin eden şuydu: Halk, sırtlanlar gibi kalabalık ve izdihamlı bir şekilde her taraftan üzerime hücum ederek beni çevrelediler. Öyle ki; Hasan ve Hüseyin ayak altında kaldı, elbisemin iki tarafı yırtıldı ve koyun sürüsü gibi etrafımı sardılar. Tohumu yarıp insan yaratan Allah’a andolsun ki; eğer halkın o kadar coşkuyla gelip biat istemeleriyle hüccet tamamlanmasaydı ve eğer Allah ümmet alimlerinden, zalimlerin azgınlıklarına ve zulme uğrayanların açlığına karşı sessiz kalmamaları için söz almamış olsaydı; ben hilafet devesinin yularını serbest bırakırdım ondan vazgeçerdim ve onun sonunu başlangıç bardağı ile sirab ederdim. (Önceki üç halife döneminde kenara çekildiğim gibi bu defa da kenara çekilirdim) o zaman anlardınız ki; sizin dünyanız benim nezdimde keçi sümüğünden daha değersizdir.”([5])
ÜÇ CEPHEDE SAVAŞ
İslam’ın özünü teşkil eden ve baştan ayağa tam bir adalet düzeni olan Ali (A)’ın hilafet ve yöneticiliği bazılarına çok çetin ve ağır geldiği için karşısında muhalefet safları oluşturdular. Bu muhalefetler sonunda: “Nakisin”, “Kasıtîn” ve “Marikîn” diye bilenen üçlü savaşa dönüştü ki, aşağıda çok özet olarak açıklamaya çalışacağım:
NAKİSÎN İLE SAVAŞ
Nakisîn (biat bozanlar) ile savaş çıkmasının sebebi şuydu: Ali’ye biat eden Talha ve Zübeyr, Basra ve Kûfe valiliğini istiyorlardı ama İmam onların bu isteğini kabul etmedi. Bunun üzerine (bu iki kafadar) gizlice Medine’den ayrılıp Mekke’ye gittiler. Orada, Emeviler tarafından yağma edilen Beytü’l-Mal’ı kullanarak bir ordu kurup Basra’ya gittiler ve orayı tasarruf ettiler. Ali (A) ise onları etkisiz kılmak için Medine’den ayrıldı. Derken, Basra yakınlarında şiddetli bir savaş oldu ve bu savaş Ali (A)’ın galibiyeti ve Nakisînlerin yenilgisi ile son buldu. Bu savaş, tarihte geniş bir şekilde yer alan “Cemel” savaşıdır. Bu savaş Hicri 36’ncı yılda vukubulmuştur.
KASITÎN İLE SAVAŞ
Muâviye, Ali (A) halife olmadan, çok daha önceleri, Şam’da kendi hilafeti için ön hazırlıklar yapmıştı. İmam halife olunca onun Şam valiliğinden azline dair ferman çıkartıp bir an bile Şam yönetiminde kalmasına, muvafakat etmedi. (Muâviye’nin bu azli reddetmesi üzerine) çıkan ihtilaflar, Irak ve Şam ordusunu “Sıffıyn” denilen yerde karşı karşıya getirecek kadar arttı. Bu şiddetli savaşta Ali (A) ordusu tam zafer kazanmak üzere iken Muâviye (Amr-ı Âs usulü) hileye başvurarak Ali (A)’ın askerleri arasında, ihtilaf ve anlaşmazlık icat etti. Sonuçta Ali (A), taraftarlarının aşırı ısrarları karşısında, Ebu Musa Eş’ari ile Amr-ı As’ın, İslam ve müslümanların çıkarlarını inceleyerek görüş bildirmelerine yönelik hakemliklerini kabul etmek zorunda kaldı. Emire’l-Müminin (A)’ın, hakemliği kabul etmesi için yapılan baskı o kadar artmıştı ki eğer kabul etmeseydi belki de hayatını kaybedecek ve müslümanlar daha şiddetli bir buhranla karşı karşıya kalacaklardı. Hakemlerin görüşlerini ilan edecekleri an geldiğinde Amr-ı As, Ebu Musa’yı aldattı ve Muâviye’nin şeytanca planı herkese dayatılmış oldu. Hakemlik macerasından sonra Ali (A)’ın yanında yer almış olan bir grup hazretlerine karşı ayaklandılar ve kendilerinin dayattığı hakemliği kabul ettiği için İmamı eleştiri yağmuruna tuttular. Kasıtîn ile savaş Hicri 37’nci yılda vukubuldu. (Bu savaşın çıkmasına sebep olan Muâviye ve adamları tarihte Kasıtîn diye anılmaktadır.)
MARIKÎN İLE SAVAŞ
Ali (A)’ı hakemliği kabul etmeye zorlayıp da bir kaç gün sonra İmamdan ahdini bozmasını isteyen gruba “Marıkîn” denilmektedir. Ama Ali (A) ahdini bozabilecek bir kimse değildi. Bu nedenle sonradan Havaric diye de anılan bu grup Ali (A)’ın karşısında saflar oluşturup Nehrevan’da Ali (A) ile savaştılar. Hz. Ali (A) bu savaşı kazandı ise de kin ve düşmanlıklar yüreklere yerleşmiş oldu. Bu savaş Hicri 38 veya bazı tarihçilerin dediğine göre 39’ncu yılda vukubuldu.
Ali (A) sonuçta; dört yıl ve birkaç ay hükümet ettikten sonra Hicri 40’ncı yıl Ramazan ayının on dokuzuncu gecesi “Marıkîn veya Havariç”ten biri olan Abdurrahman b. Mülcem tarafından (Cami mihrabında) vuruldu ve bunun etkisiyle (Ramazan’ın 21 nci gecesi) şehit oldu.([6])
--------------------------------------------------------------------------------
([1]) Mesûdî, Muruci’l-Zeheb, Beyrut, C. 2., S. 346.
([2]) Nehcü’l-Belağa, Subhi Salih, 1. Baskı, Beyrut, 92. Hutbe.
([3]) Nehcü’l-Belağa, Subhi Salih, 54. Hutbe.
([4]) Nehcü’l-Belağa, Subhi Salih, 229. Hutbe.
([5]) Nehcü’l-Belağa, Subhi Salih 3. Hutbe.
([6]) Bu bölümü hazırlarken dipnotlarda verdiğimiz kaynak kitaplara ek olarak Üstad Câfer Sübhani’nin telif ettiği Pujuheşi-i Amîk Piyramun-i Zindegi-yi Ali (A) (Ali (A)’ın Hayatı Hakkında Derin Araştırma) kitabından da yararlanmış bulunmaktayım.